BÖLÜM 1.
ORTA ÇAĞ TARİHİNDEKİ “KARANLIK ÇAĞ” HAKKINDA
4. PETRARCA (= PLUTARKHOS ?) VE “ANTİK ÇAĞ”IN YENİDEN DOĞUŞU
4.1. Petrarca İtalyan Roması’nın Yüceliği Hakkındaki Efsaneyi Nasıl Yoktan Var Etmişti?
Bizim yapılandırmamıza göre, “antikçağ” XII-XVI. yüzyıllara dair Orta Çağ devrinin bir başka ismidir sadece. Daha önce söylediğimiz gibi, İtalyan Roması başkent sıfatıyla ancak M.S. XIV. yüzyılda kurulmuştur. Hiç de Skaliger kronolojisinin bizi inandırmaya çalıştığı gibi M.Ö. VIII. yüzyılda değil. Bu nedenle Orta Çağ Roması’nın tarihine tekrar yeni bir açıdan bakmak enteresan olacaktır. Bugün bizi İtalyan Roması’nın güya XIII-XIV. yüzyıllarda “çöküş dönemine uğradığına” inandırıyorlar [196]. Kanımızca bu keyfiyetin çok basit bir açıklaması var. İtalya’daki Roma XIV. yüzyılın başlangıcından önce var olduysa da salt küçük bir kasaba idi. Bu yüzden günümüze ulaşan Orta Çağ belgeleri burada bahsetmeye değer bir şey kaydetmiyor. Daha sonraki tarihçiler ise Skaliger kronolojisiyle yetişmiş oldukları için, orijinal kaynakların bu sükûtunu “vaktiyle yüce Roma başkentinin son derece derin çöküşünün” kanıtı olarak yorumlar olmuştur.
Bizim yapılandırmamıza göre, küçük İtalyan şehri Roma XIV. yüzyılda “yüce antik Roma”nın başkenti (kâğıt üzerinde !) tayin edilmiştir. Bunun için İtalyan Roması’na (yine yalnızca kâğıt üzerinde) bir başka Roma’da olup biten olaylar geçirilmiştir. Yani Bosporus’ta ve XIII-XV. yüzyıllara ait Rus-Orda’da olan olaylar. Bunların tarihinin büyük kısmı alınıp İtalyan Roması’na aktarılmıştır. KKH’na ve “Orda Rusu’nun Başlangıcı” kitabına bakınız. “Tarihin bir vücuttan başka bir vücuda geçirilmesi”nin olup bittiği bu ânı az çok kesinlikle belirtme imkânımız bulunmaktadır.
1974 senesinde, Leonardo Bruni’ye göre, “önce yitirilip unutulan üslubun eski zerafetini anlayıp aydınlığa kavuşturabilen ilk kişi” olan Rönesans döneminin üstün yazarı Francesco Petrarca’nın (1304-1374) ölümünün üzerinden 600 sene geçmiştir [927]. Petrarca’nın kişiliği bugün ağırlıklı olarak belirsiz ve altından gerçeğin zor gözüktüğü efsaneler ile örtülü haldedir. Ne de olsa bu, XIV. yüzyıla ait bir gerçektir! Bugün Petrarca’ya hamledilen metinlerin gerçek tarihlenmesi genellikle hiç belli değildir.
Seçkin bir şair olan Petrarca hayatının ikinci dönemine, seyahatler devrine başlamıştır. Güya 1333 senesinde Fransa, Flandre, Almanya toprakları üzerinde seyahat etmiştir. “Avrupa’da seyahat eden Petrarca bilim adamlarıyla şahsî temaslar kurup ANTİK YAZARLARIN UNUTULMUŞ ELYAZMALARINI BULMAK ÜZERE manastır kütüphanelerini inceleyerek ROMA’NIN ESKİ YÜCELİĞİNİN ANITLARINI ARAŞTIRMIŞTIR” [644], s.59. Petrarca günümüzde, “antik” yazarların ilk ve en ateşli propagandacılarından biri olarak kabul edilmektedir. Anlamaya başladığımız kadarıyla, bunlar ya onun çağdaşları ya da kendisinden yüz - iki yüz sene geride kalanlardı. Daha çok değil.
Petrarca, 1337 senesinde ilk kez İtalyan Roması’nı ziyaret etmiştir. Peki, neleri görmüştür? Petrarca, şunu (eğer bunlar gerçekten onun denetlenip düzeltilmiş değil, gerçek yazıları ise) yazmıştır: “Roma bana beklediğimden daha yüce göründü, özellikle viraneleri”
[644]. Roma ve XIV. yüzyılın İtalyası Petrarca’yı bir efsaneler kaosu ile karşılamıştır. Bu efsaneler arasından “İtalyan Roması’nın yüceliği” hakkındaki apriori görüşüne uyanları seçmiştir. Olasılıkla, Petrarca XIV. yüzyılda “yüce eski İtalyan Roması” efsanesini -aslında yoktan- ilk yaratmaya başlayanlar arasında idi. Hem de bu süreçte Orta Çağ İtalyası hakkındaki birçok gerçek tanıklık “yanlış” sıfatıyla bir kenara itilmiştir. Bugün saçma ilan edilen bu “Orta Çağ anakronizmleri”ne hiç olmazsa kısaca değinmek enteresan olacaktır.
Orta Çağ efsanelerine göre, Padova’da “Antenor’un türbesi” bulunuyordu [644]. Milan’da Herkül’ün heykeline tapınılıyordu. Pisa’nın sakinleri kentlerinin Pelons’un emri üzerine kurulmuş olduğunu söylüyorlardı. Venedikliler Venedik’in, yıkılmış Truva’nın (!) taşlarından kurulmuş olduğunu iddia ediyorlardı. Aşil’in Abruzzo’da, Diomedes’in Puglia’da, Agememnon’un Sicilya’da, Euandros’un Piyemonte’de, Herkül’ün ise Calabria’da hükmettiği söyleniyordu. Appolon’un astrolog, şeytan ve sarazinlerin tanrısı (!) olduğu söylentileri vardı. Platon’un doktor, Cicero’nun şövalye ve trubadur, Vergilius’un Vezüv’ün kraterini tıkayan bir büyücü olduğu düşünülüyordu vb.
Ve bütün bunlar XIV. yüzyılda yer alıyor! Ya da hatta daha geç. Çoğu gerçek olabilecek verilerin oluşturduğu bu kaos, Roma’ya İtalyan Roması’nın eskiliği hakkındaki apriori görüşü ile gelen Petrarca’yı açıktan açığa sinirlendirmiştir. İlginç olan şudur ki, Petrarca bize, öne sürdüğü “Roma’nın eskiliği”nin hiçbir delilini bırakmamıştır. Tersine, mektuplarından (eğer bunlar gerçekten onun denetlenip düzeltilmiş değil, gerçek yazıları ise) bambaşka bir tablo doğuyor. Kabaca bu tablo şudur: Petrarca İtalyan Roması’nda güya çok “büyük eski yapılar”ın bulunması gerektiğini “önceden biliyor”. Gerçekte ise burada hiçbir şey bulamıyor. Şair bunu şaşkınlıkla yazıyor. Sözleri aşağıdadır:
“Diocletianus ve Caracalla’nın hamamları nerede? Marius’un cimbrumu, Severus’un septizoniumu ve hamamları nerede? Augustus’un forumu ve Mart Ultor’un tapınağı nerede? Jüpiter’in Capitol’daki ve Apollon’un Palatin’deki kutsal yerleri nerede? Apollon’un revağı ve Gaius ve Licius’un bazilikası, Livia’nın revağı ve Marcellus’un tiyatrosu neredeler? Buranın neresinde Marius Herkül tapınağını, Licius Cornificius ise Diana tapınağını kurmuş? Asinius (Avinius) Pollio’nun serbest sanatlar tapınağı, Balba’nın tiyatrosu, Statilius Taurus’un amfitiyatrosu neredeler? Arasında salt Panteon’un korunduğu Agrippa’nın sayısız yapıları nerede? İmparatorların muhteşem sarayları nerede? KİTAPLARDA HER ŞEYİ BULUYORSUN ANCAK ŞEHİRDE ARARKEN KAYBOLMUŞ (! – A.F.) OLDUĞU YA DA ONLARDAN SADECE ACINACAK BİR İZ KALDIĞI ORTAYA ÇIKIYOR” [644].
Bu sonsuz NEREDE haykırışları ve özellikle son sözler şaşırtıcıdır. Bunlar Petrarca’nın İtalyan Roması’na eski kitaplarda tasvir edilen büyük Roma’nın İtalya’daki Roma olduğu apriori içten görüşü ile geldiğini gösteriyor. Şimdi anladığımız gibi, bu kitaplar bir başka yerde bulunan Roma’dan bahsetmiştir. Ancak XIV. yüzyılın başlangıcında veya hatta daha geç, eski elyazmalarının İtalya’daki Roma’yı anlattığı düşündürülmüştür. Petrarca gerçek dünyada, yani tam İtalya’da “büyük Roma geçmişinin” izlerini bulmalıydı. Israrla arayıp da bir şey bulamayınca sinirlenmiştir.
Fakat Petrarca’ya hamledilen mektuplar bize bugün okutulan İtalyan Roması’nın bambaşka tarihinin izlerini ulaştırıyor. Mesela Petrarca bugün Cestia Piramidi sayılan piramidin Romus’un mezarı olduğunu iddia etmiştir, bkz. res.1.33. Petrarca haklı olabilir miydi? Sonuçta bugün Skaliger kronolojisi “antik” Romus’un mezarının nerede olduğunu bilmiyor. Bu, piramit güya XII. yüzyılda yapılmış olduğu için, bkz. [138], s.41, “antik” Romus’un en erken M.S. XII. yüzyılda yaşamış olduğu anlamına geliyor. Yani hiç de bize bugün inandırıldığı gibi M.Ö. VIII. yüzyılda değil.XIV. yüzyılın gerçek gariban İtalyan Roması şairi şaşırtmıştır. Şehir tuhaf bir şekilde Petrarca’nın eski metinlerin yanlış yorumuna dayalı görüşüne aykırıydı. Mesela Kolezyum nedense Orta Çağ feodal soylarından birinin şatosu ve kulesi çıkmıştır! “Vatikan” kitabımızda gösterdiğimiz gibi, gerçek vakayiname Kolezyumu, Çar-Grad’da bulunuyordu, sonraları ise bir “kopyası” İtalyan Roması’nda kurulmuştur.) Adrianus’un mozolesi, Marcellus’un tiyatrosu, Septimius Severus’un takı gibi “antik” yapıtlar aynı akıbete uğramıştır. Yani “antik” yapıların Orta Çağ’da inşa edilmiş olduğu açığa çıkmıştır. Bizim için burada bir çelişki bulunmamaktadır. Ama Roma’ya çarpıtılmış kronoloji gözlüğünden bakan Petrarca için bu son derece garipti.
Böylelikle İtalyan Roması’nın tarihinin bugün kabul gören yalan versiyonunun Orta Çağ’da yaratılmaya başlandığı ilk ânı arayıp bulmayı olasılıkla başardık. Bu an XIV. yüzyılın ilk yarısından önce değildir. Aynı zamanda ekleyelim ki, bütün bunların çok daha geç, yani XVI-XVII. yüzyıllarda olup bitmiş olması olanak dışı değildir.
Jan Parandowski şunu yazmıştır: “PETRARCA’NIN ROMA’YA GELMESİYLE BÜYÜK ŞEHRİN ÇÖKÜŞÜNÜN YENİDEN DEĞERLENDİRİLMESİNDE YENİ BİR DÖNEM BAŞLIYOR. Unutulan isimlerin anılmasından ve yıkılmış sütunların görülmesinden gözleri yaşla dolan Petrarca yeni zamanın ilk kişisiydi” [644]. Petrarca gözyaşlarını silip İtalyan Roması’nın “gerçek tarihi”ni işini bilerek, ustaca hazırlamaya başlamıştır. Yoğun şekilde faaliyete geçmiştir. Heykelleri aramış, Roma madalyalarını toplamış, Roma’nın topografyasını yeniden kurmaya çalışmıştır. Ancak enerjisinin çoğunu “antik” yazarları bulup yorumlamak için tüketmiştir. Güya sahip olduğu kitapların listesi korunmuştur. Bu listeyi şimdi Paris Ulusal Kütüphanesi’nde saklanan Latince elyazmasının son sayfasında güya kendisi hazırlamıştır. Petrarca’nın elinde bu isimlerle birlikte onların eserlerinin orijinallerinin bulunup bulunmadığı günümüzde bilinmiyor. Listede şu isimler geçiyor:
Horatius, Ovidius, Catullus, Propertius, Tibullus, Persius, Juvenalis, Claudianus; komediciler Plautus ve Terentius; tarihçiler Titus Livius, Sallustius, Suetonius, Florus, Eutropius, Justinus, Orosius, Valerius Maximus; hatip ve filozoflar Quintilianus, Varro, Plinius, Apuleius, Macrobius, Vitrivius, Martianus Capella, Pomponius Mela, Cassiodorus, Boethius. Bunun dışında birçok din adamının da sözü ediliyor.
Şu soruları soruyoruz: Listenin gerçekten Petrarca’nın emrinde bulunduğu doğru mu? Bu liste nasıl tarihlenmiştir? Petrarca, sayılan yazarların eserlerini elinde tuttu mu yoksa yalnızca isimlerini mi topladı?
Petrarca’nın birçok ifadesini bugün doğru mu yorumluyoruz? Ne de olsa bunlar bize XVI-XVII. yüzyıllarda yaşayan Skaliger redaktörlerinin filtresinden ulaşmıştır. Biz bunları çarpıtılmış kronoloji vasıtasıyla algılıyoruz. Onun mektuplarını (eğer bunlar, yazıldıktan çok daha sonra onun adına denetlenip düzeltilmiş değilse, gerçekten Petrarca’ya ait ise) tekrar incelemek lazım. Aynı zamanda, bildiğimiz kadarıyla Petrarca’nın keşfettiği metinlerin tarihlenmesi ile uğraşmadığını vurgulamak gerekir. “Eski yazarlar”ın eserlerini arayan Petrarca olasılıkla, bunların kendisinden ne kadar uzak, yüz sene mi, iki yüz sene mi, bin sene mi olduğu sorusunu kendi kendisine sormamıştır.
Petrarca, gelirinin artması sayesinde sekreterlerin ve müstensihlerin çalıştığı hususi bir atölye kurmuştur. Bunu defalarca mektuplarında anmıştır. Eski kitapları toplamak yönündeki tutkulu düşkünlüğünden herkes haberdar olmuştu. Arkadaşlarına hemen hemen her mektupta bunu hatırlatıyor. “Bana kıymet veriyorsan şunu yap: Okumuş ve güvene layık insanları bul, bütün Toskana’yı sarssınlar, hem dinî hem de seküler bilim adamlarının dolaplarını altüst etsinler” [644]. Buluntular için cömertçe ödeme yapmıştır. Buluntular kendisine dünyanın dört bir yanından akıp gelmiştir. Kendisi birkaç önemli keşif yapmıştır. Mesela, güya 1333 senesinde Liege’de Cicero’nun daha önce bilinmeyen bir konuşmasını bulmuştur. Güya 1334 senesinde Verona’da Cicero’nun Atticus’a, Quintus’a ve Brutus’a mektuplarını arayıp bulmuştur [927], [644]. Orta Çağ efsanelerine göre Cicero’nun şövalye ve trubadur olduğunu hatırlatalım.
“Petrarca, Avrupa’da büyük Roma hatibinin felsefesine ve sosyo-politik eserlerine yönelik ilginin yeniden doğmasının kendisinin sayesinde olduğunu düşünüyordu” [927], s.87-88. Şöyle yazmıştır: “Bir manastır görür görmez Cicero’nun eserlerinden birini arayıp bulmak ümidiyle o yöne dönüyorum”. Mesela Cicero’nun eserlerinden "De Gloria"yı “bulma”sının tuhaf bir tarihçesi vardır. Bunun varlığı Atticus’a yazılan ve Cicero’ya hamledilen bir mektuptan biliniyordu. Petrarca güya bu paha biçilmez elyazmasını bulup eski arkadaşı Convenevola’ya geçici olarak verdiğini dile getirmiştir. Convenevola güya onu kaybetmiştir.
Bugün Petrarca’nın faaliyeti hakkında coşku ile şunlar yazılıyor: “Aslında bu, Kolomb’lar gibi sıçanların kemirdiği parşömenler bulmak üzere seferlere revan olan sonraki kuşaklardan hümanistlerin düzenleyeceği şanlı, keşifle dolu seferlerden ilkiydi” [644]. Cicero’nun mektupları Petrarca tarafından güya Verona’da Capitulusun Kütüphanesi’nde bulunmuştur. Üstelik Petrarca’dan önce bu eserlerin varlığından kimsenin haberi yoktu. Nedense kısa süre sonra, elinde mektupların orijinali bulunmayan Petrarca bunların suretini sunmuştur.
R.İ. Hlodovskiy şunu yazmıştır: <<Petrarca’nın doğal bir filolog olduğu ortaya çıkmıştır. Farklı listeleri karşılaştırarak bitişik tarihî bilimlerin verilerini kullanıp Eski Roma şairlerinin eserlerini ilk araştırmaya başlayan oydu... Vergilius’un büyücü ve sihirbaz olduğu Orta Çağ efsanesini kıran, “Aeneis”in yazarının bir dizi anakronizm olduğunu ortaya çıkaran, Seneca’nın elinden kendisine Orta Çağ’da hamledilen birkaç eseri alan, İMPARATORLUĞUN AVUSTURYA’DAN TALEPLERİ BU YAZILARIN OTORİTESİ İLE GEREKÇELENDİRİLDİĞİ İÇİN POLİTİKA AÇISINDAN XIV. yüzyılda SON DERECE ÖNEMLİ OLAN Sezar ve Neron’un mektuplarının apokrif olduğunu ispatlayan filolog Petrarca idi.
Sonuçta Petrarca’yı “arkeolojik faaliyetinde” yönlendirmiş olabilen gerçekten önemli gerekçeler açığa çıkıyor. Bize yeni açıklandığı gibi, bunlar politik gerekçelerdir. “Bilim”in şu ya da bu politik siparişi gerekçelendirmek için nasıl kullanıldığını çağdaş tarihte ne kadar çok gördük. Burada kronolojinin sözü dahi geçmiyor. Ama bugün, o devrin kişileri sahneden çoktan ayrıldıktan sonra Sezar ve Neron’un mektuplarının ne kadar “garip” olduğu ve Vergilius hakkındaki Orta Çağ efsanelerinin neden “yanlış” olduğu sorununa dönmeliyiz.
Şairin eski belgelere tutumu eleştirel analizden pek uzaktı. Petrarca’nın “antikçağ” hakkındaki iddiaları XVI-XVII. yüzyıllardaki Reform hareketi döneminin bir politik siparişinin karşılanması olabilmişti. Bu siparişin amacı “barbar çağdaşlığı” ile “güzel antikçağ”ı karşı karşıya getirmekti. Herhalde Petrarca’nın ya da onun adına başka birinin Cicero’nun konuşmalarının gerçekten hangi devirde yazıldığı sorusunu sormadan “Eski Çağ”ın” mit dünyasını yarattığı açıkça ortadadır. Petrarca’dan ikiyüz sene önce mi, 1400 sene önce mi? Bütün bu faaliyetin gerçekte XIV. yüzyılda değil, XVI-XVII. yüzyıllarda, Batı Avrupa’daki Reform hareketi devrinde açılmış olması olanak dışı değildir. Ve daha sonra hileli olarak XIV. yüzyıla çekilip “eskilik otoritesi”ni sağlamak üzere Petrarca’ya hamledilmiştir. Petrarca ya da onun adına başka bir kimse “antik uygarlık” ile XVI-XVII. yüzyıllara ait gerçeği (daha sonra “feodal barbarlığı” olarak adlandırılan gerçek) sert şekilde karşı karşıya getiriyor.
4.2. Petrarca, Bugün “Antik” Karakterler Kabul Edilen İnsanlara Bizzat Yazılar Yazmıştır
Daha sonra büsbütün tuhaf mektuplara rastlıyoruz. Meğer PETRARCA, TİTUS LİVİUS’A BİR MEKTUP YAZMIŞ [644], [1340]. Bugün yorumcular bizi, Orta Çağ Petrarcası’nın “antik” Titus Livius’a bizzat yazdığı bu mektubun şairin tuhaf coşkusunun göstergesi olduğuna inandırmaya çalışıyorlar. Bütün şairler hayalciymiş. Petrarca’nın güya yalnız hayallerinde “uzak geçmişin” kahramanlarıyla ÇAĞDAŞLARI GİBİ sohbet ettiğini söylüyorlar bize. Onun mektupları harfi harfine ele alınmamalıymış. Ama bu böyle midir? Bu mektup basbayağı Petrarca ile Titius Livius’un gerçekten çağdaş olduğu anlamına gelmiyor mu? Ve ancak daha geç, XVI-XVII. yüzyıllarda yaşayan Skaliger redaktörleri Livius’u Petrarca’dan koparıp derin geçmişe göndermek amacıyla XIV. yüzyıla ait eski orijinali denetleyip düzeltmiş midir? Petrarca, “Neden o zamanlarda yaşamak nasip olmadı bana... En güzel rüyalarımda kendimi, etrafımı saran hırsız ve eşkiyalar arasında (! – A.F.) değil, bu büyük insanlar arasında yaşarken görüyorum” diye güya heyecanla haykırıyormuş [644]. Ve sonra: “Kendimi coşkuyla Eski Çağ’ı araştırmaya verdim, zira yaşadığım dönem, doğmuş olmak istediğim başka bir asır kadar gönlüme göre değildi ve bunu unutmak için tüm ruhumla diğer asırlarda yaşamaya çaba gösterdim” [644].
Titus Livius’a yazılan bu mektup yegâne örnek olmaktan uzaktır. Petrarca’nın yaratıcılığını araştıranlar, mektuplaşma biçiminde yazılan eserlerinin mirasındaki, kendileri için, garipliği kaydediyorlar. Petrarca çağdaşlarına birçok mektup yazmıştır. Meğer Petrarca, bugün bize inandırıldığına göre, Latince yazışmalarında ORTA ÇAĞ GERÇEKLİĞİNİ, YERİNE “ANTİK ÇAĞ”I ÖNE SÜREREK, KASTEN ÖRTMEYE ÇALIŞMIŞ. Daha sonra Petrarca’nın, çağdaşlarına hitap ederek, yazılarda Sokrates, Laelius, Olympius, Simonides vb. gibi eski isimleri kullandığı ortaya çıkmıştır. Yazıları bugün Skaliger tarihi çerçevesinde yorumlanan eskilik niteliklerini taşıyordu. Yani sanki “antikçağ”da yaşamış gibi yazıyordu. Bugün bize, eskiliğin niteliklerini aktarıp sağlamak için kendi yazılarını kasten Latinceleştirmiş olduğu söylenmektedir. Çağdaşlığın olaylarından bahsederken bile onları güya “antik” kıyafetlerle kamufle ediyormuş.
Buna şunu söyleyeceğiz. XVI-XVII. yüzyıllarda “özenle” denetlenip düzeltilmiş olsa da Petrarca’nın mektuplarının sayfalarından XIV. yüzyılın gerçek devri diriliyor. Bu devir, gördüğümüz kadarıyla, Skaliger tarihçileri tarafından sonradan derin geçmişe zorla sürülen “antikçağ” idi. Bu tarihçilerin varisleri güya Petrarca’nın kendi Orta Çağ faaliyetini “antikçağ”la mahsus kamufle ettiği teorisini uydurmak zorundadır. Onu kelimesi kelimesine anlamaya gerek yokmuş.
Konuyu özetleyerek düşüncemizi tekrarlayalım. Olasılıkla burada bir kamuflaj yoktu. Petrarca kendisinin ve meslektaşlarının “antikçağ” devrinde yaşaması sebebiyle çağdaşlarına “antik isim”lerle mektuplar yazmıştır. Belki de bu devir gerçekten XIV. yüzyılın ilk yarısı ya da daha sonraki bir dönemdir. Bütün bu “antik” Tituslar, Sokratesler, Lealiuslar, Olympiuslar vb. gerçekten Petrarca’nın çağdaşlarıdır. Bu fikir kabul edildiğinde, biyografisinin birçok garipliği hemen ortadan kalkıyor.
Sonra Petrarca, “Meşhur İnsanlar Hakkında” adıyla bir dizi biyografi yazmıştır. Bu sırada “antik” Plutarkhos’un “Karşılaştırmalı Hayat Hikâyeleri” isimli eserini sanki “tekrarlamıştır”. Beklenmedik bir soru ortaya çıkıyor. PLUTARKHOS, PETRARCA’NIN yalnızca bir başka lakabı olabilir mi acaba? Ne de olsa R ve L seslerinin eski metinlerde birbirinin yerlerine geçtiği iyi biliniyor, bkz. “Sayılar Yalana Karşı”, bölüm 1:8. O halde PLUTARKHOS ismi PRUTARKHOS ya da PRUTARKOS olarak anlaşılabilirdi, bu da PETRARC ya da PETRARKH’a pek yakındır. Böylece Petrarca’nın Orta Çağ vakayinamelerinin sayfalarında ikiye bölünmüş olması gayet mümkündür. Yansımalarından biri “Plutarkhos” ismi olarak derin geçmişe indirilmiştir.
Petrarca’nın neredeyse bütün kahramanları “antik” Cumhuriyet Roması’nın önde gelen devlet adamlarıdır. Aralarında “antik” Junius Brutus, Horatius Cocles, Camillus, Manlius Torquatus, Fabricius, Fabius Maximus, Marcus Cato, Scipio Africanus bulunmaktadır. Bugün Petrarca’nın kaynaklarının Titus Livius, Suetonius, Justin, Florus ve Sezar’ın eserleri olduğu kabul edilmektedir. Bu gerçekten böyle midir? Belki Petrarca – ya da Plutarkhos mu? – sadece kendi devrinin çağdaşlarının bir dizi biyografisini yazmıştır. Başka bir ifadeyle, bütün “antik” sayılan kişiler büyük ihtimalle XII-XVI. yüzyıllar döneminde yaşamıştır. Ancak bundan sonra XVI-XVII. yüzyıllarda yaşayan Skaliger redaktörleri bu Orta Çağ biyografilerinin üzerinden geçerek onları derin geçmişe çeken düzeltmeler yapmıştır. Sonuç olarak Orta Çağ Petrarcası, geçmişe “antik” Plutarkhos ismiyle yansıyabilmiştir.
Son olarak, Petrarca’nın (Plutarkhos’un mu?) iki portresini gösterelim. Res.1.34 ve res.1.35 ’te güya 1388 senesine ait olan bir kitaptaki iki eski görüntüsü var. Böylelikle “antik” Plutarkhos’un az ya da çok sahih sayılan görüntülerinin günümüze ulaşmış olması olanak dışı değildir. Res.1.35a ’da Plutarkhos’un (Petrarca’nın mı?) bir başka eski portresi var. Elinde ciltli bir Orta Çağ kitabı tutuyor!