Anatoliy T. Fomenko
ANTİKÇAĞ ORTA ÇAĞ'DIR

Suretlerin tespit edilme yöntemleri. “Eski” ve Orta Çağ hanedanlarının özdeşleşmesi.
M.S. XIII. yüzyıldaki Truva Savaşı. Yunan-Roma tarihinde kronolojik oynamalar. XII. yüzyıldaki İncil olaylarının XI. yüzyılın tarihine yansıması.

BÖLÜM 2.
KUTSAL KİTAP VAHİYİ  XV-XVI. YÜZYILLARDAKİ OSMANLI=ATAMAN FETHİNİ ANLATIYOR

4. İNSANLARIN TEMİZ VE TEMİZ OLMAYAN, SALİH VE GÜNAHKÂR OLMAK ÜZERE VAHİY’DEKİ AYRIMI, AVRUPA’NIN VE AKDENİZ BÖLGESİNİN SALGIN BULAŞAN BÖLGELERİNİN OSMANLI=ATAMANLAR TARAFINDAN YAPILAN KARANTİNA TEMİZLİĞİNİN YANSIMASIDIR

Kaydettiğimiz gibi, Osmanlı fethinin ana amaçlarından biri Batı Avrupa’da XV. yüzyılın sonuna doğru XII-XIII. yüzyıllara ait ilkel Hristiyanlığın çarpıtılması, yani Bacchus âlem kültüne ve Venüs kültüne aşırı tapınma sonucu yayılmış olan salgınları ortadan kaldırmaktı. O zamanın tıp biliminin ve pratiğinin zayıflığı ile salgınların sebeplerinin bulunamaması imparatorluk hanlarını salgınların bulaştığı bölgelerin hasta nüfusunu yok etme kararını almaya sevk etmiştir. Eski Ahit Mısır’dan Çıkış ve Yeşu kitaplarının anlattıklarına göre, emir koşulsuz olarak yerine getirilmiştir. Olasılıkla, SAĞLIKLI İNSANLARIN HASTA OLANLARDAN AYRIMI Vahiy’e halkların temiz ve temiz olmayan, salih ve günahkâr olmak üzere ayrımı olarak yansımıştır. Salihlere Cennet’te güzel bir hayat garanti edilmiştir, günahkârlar ise Cehennem’e düşmüştür. Vahiy pek çok laneti “Babil fuhuş”na yönlendirmektedir: “Yıkıldı! KENDİ AZGIN FUHUŞ ŞARABINI BÜTÜN ULUSLARA İÇİREN büyük Babil yıkıldı!” (Va.14:8). Ve şöyle devam etmektedir: “Sana engin suların kenarında oturan BÜYÜK FAHİŞENİN çarptırılacağı cezayı göstereyim... YERYÜZÜNDE YAŞAYANLAR ONUN FUHŞUNUN ŞARABIYLA SARHOŞ OLDULAR... Elinde İĞRENÇ ŞEYLERLE, FUHŞUNUN ÇİRKEFLİKLERİYLE DOLU altın bir kâse vardı... büyük Babil, dünya fahişelerinin ve iğrençliklerinin anası” (Va. 17:1-2, 17:4-5). Ve benzeri.

Vahiy, Babil FUHŞUNU, MUNDAR ve İĞRENÇ ŞEYLERİNİ, KÖTÜ RUHUNU, uzun ve yoğun biçimde lanetlemektedir (Va.18:2). Osmanlı-Atamanlar’ın karantina eylemlerinin sebep ve amacı burada pek açık bir şekilde betimlenmiştir. Bu amaç XV-XVI. yüzyıllara ait olan Batı Avrupa “antik” kilisesinde yayılmış olan Bacchus fuhşunun olumsuz sonuçlarını ortadan kaldırmaktır. Temizleme programını hayata geçirmek amacıyla, Batı Avrupa’da MEŞHUR ENGİZİSYON oluşturulmuştur. Detaylar için “İmparatorluk” kitabına, bölüm 12:9-10, bakınız. Osmanlı karantina ordusunun evleri ve cesetleri yakmasının, salgının bulaşmaması için madeni aletleri kaynatıp tavlamasının emredilmiş olduğunu hatırlatalım. Kutsal Kitap Mısır’dan Çıkış ve Yeşu kitaplarına ve ayrıca “Kutsal Kitap Rusu” kitabına, bölüm 4:5, bakınız. Mesela, Vahiy şimdi pek iyi anlaşılan “ateşle temizlenen altın” deyimini kullanıyor (Va.4:18).

Bu arada, Vahiy’de tasvir edilen Babil’in düşüşü, olasılıkla, Atamanlar’ın meşhur Çar- Grad’ı ve komşu Yoros kalesini = Truva’yı = İncil Yeruşelemi’ni 1453 senesinde fethetmeleri ile özdeşleşmektedir. Yani Vahiy’in astronomik horoskopunda yazılan 1486 senesinden 33 sene önce. Vahiy: “Yıkıldı! Büyük Babil yıkıldı! Cinlerin barınağı, Her kötü ruhun uğrağı, Her murdar ve iğrenç kuşun sığınağı” diye kaydetmektedir (Va.18:2). Vahiy’de Babil’in “engin suların kenarında” bulunduğunun altının çizilmesi boşuna değildir (Va. 17:1).

Gerçekte Çar-Grad ve Yoros, Bosporus’un kenarındadır (karşılıklı yakalarında) ve Marmara Denizi’ne yakındır. Vahiy Babil’in düşüşünü tasvir ederken şu pek gerçekçi tabloyu çizmektedir: “Onca büyük zenginlik bir saat içinde yok oldu. Gemi kaptanları, yolcular, tayfalar, denizde çalışanların hepsi, onu yakan ateşin dumanını görünce uzakta durup, ‘Koca kent gibisi var mı?’ diye feryat ettiler. Başlarına toprak döktüler” (Va.18:17-19). Osmanlılar 1453 senesinde Çar-Grad’a hücum ederken ağır topçu ateşini yoğun şekilde kullanmıştır, bkz. “Kutsal Kitap Rusu”, bölüm 5:3.

Vahiy’de Babil ismi altında salt Çar-Grad’ın değil, Kutsal Kitap yazarının fikrine göre, Batı Avrupa’nın fuhuşa ve günahlara batan birçok ülkesinin topluca kabul edilmiş olması olanak dışı değildir. Bundan dolayı da zaten cezalandırılmaktaydı.

5. VAHİY’İN DENETLENİP DÜZELTİLMESİNİN VEYA HATTA KÖKLÜ ŞEKİLDE YENİDEN YAZILMASININ BELİRGİN İZLERİ

Vahiy’in orijinal metninin Ataman fethinin bir katılımcısı tarafından yazılmış olabileceği fikrini yukarıda ileri sürdük. Ancak sonradan, olasılıkla, kitapta yoğun şekilde yeniden düzeltmeler yapılmıştır ya da hatta kitap önemli oranda yeniden yazılmıştır. İlginç olan şudur ki, bunun izleri Vahiy’in günümüze ulaşan versiyonunda korunmuştur. Kastettiğimiz, “tomarın yenmesi” konusudur. Vahiy’in yazarı sayılan Yuhanna adına Vahiy’in içine şu hikâye dâhil edilmiştir. “Sonra gökten inen güçlü başka bir melek gördüm... ELİNDE AÇILMIŞ KÜÇÜK BİR TOMAR VARDI. O bağırınca, yedi gök gürlemesi dile gelip seslendiler... Yedi gök gürlemesi seslendiğinde yazmak üzereydim ki, gökten, “Yedi gök gürlemesinin söylediklerini mühürle, yazma!” diyen bir ses işittim. Gökten işittiğim ses benimle yine konuşmaya başladı: “Git, denizle karanın üzerinde duran meleğin elindeki açık tomarı al” dedi. Meleğin yanına gidip küçük tomarı bana vermesini istedim. “Al, bunu ye!” dedi… Küçük tomarı meleğin elinden alıp yedim… Sonra bana şöyle dendi: “Yine birçok halk, ulus, dil ve kralla ilgili olarak peygamberlikte bulunmalısın” (Va. 10:1-4, 10:8-11). Sonra melek Yuhanna’ya “Bu kitabın peygamberlik sözlerini mühürleme… Her kim bu peygamberlik kitabının sözlerinden bir şey çıkarırsa, Tanrı da bu kitapta yazılı yaşam ağacından ve kutsal kentten ona düşen payı çıkaracaktır” demiştir (Va. 22:10, 22:19).

Biraz karışık olsa da pek açık olan hikâyeden neler öğrendik? Önce Melek, Yuhanna’ya gelişmekte olan olayların tasvirini içeren bir tomar göstermiştir, ama içeriğini açıklamamasını talep etmiştir: “... MÜHÜRLE, YAZMA!” (Va. 10:4). Bunun dışında Melek, Yuhanna’nın ilk “tomarı yemesini” talep etmiştir. Yuhanna bunu yapmıştır. Böylece ilk tomarın içeriği tümüyle yitirilmiştir. Karşılığında Melek, Yuhanna’nın yeni, ikinci tomarı yazmasını ve onu AÇIKLAMASINI emretmiştir: “Bu kitabın peygamberlik sözlerini mühürleme…” (Va. 22:19). Bunu da yapmıştır. Vahiy’in günümüze ulaşan versiyonunu yazanın Yuhanna olduğu düşünülmelidir. Böylece bize bildirilen iki tomarın yazılmış olduğudur. Birincisi yok edilen, “yenilen”, bundan dolayı “yanlış” olarak değerlendirilen idi. İkincisi ise “doğru” olan, yeniden yazılmış, Meleğin diktesiyle yaratılandır. Vahiy’in Orta Çağ illüstrasyon ressamları bu konuyu böyle algılamıştır. Örnek olarak, A. Dürer’ün meşhur gravüründe, res.2.15, Meleğin Yuhanna’ya birinci tomarı uzattığını görüyoruz. Yanında ise Yuhanna’nın yazdığı ikinci tomar bulunmaktadır. İkinci tomarın yanında yerde yazı takımı, mürekkep hokkası vs. görmekteyiz. İkinci tomarın birinci, “yenilen” tomar temel alınarak yaratıldığı iki anlama gelmeyecek bir şekilde gösterilmiştir. Onların ikisinin de gravürde tasvir edilmiş olması aklımızı karıştırmamalıdır. Orta Çağ ressamları AYNI TUVAL ÜZERİNDE vakit aralığıyla ayrılan, üst üste gelen birkaç olayı sırayla betimleyen “çizgi film yöntemini” sıkça uygulamıştır. Sanki olayları zaman içinde sıralıyormuş gibi. Ayrıca bkz. res.2.15a.

Böylelikle Vahiy, orijinal versiyonu yok edildikten sonra ikincisinin yazılmış olduğunu saklamamaktadır. Kutsal Kitapların XVII-XVIII. yüzyıllarda denetlenip düzeltildikten sonra günümüze ulaştığını söyleyerek zaten bunu da iddia etmekteyiz.

Bu arada Vahiy’in ilk versiyonunun sözün gerçek anlamıyla Yuhanna tarafından yenmiş olduğu düşünülmemelidir. Büyük ihtimalle, Vahiy’in sonraki redaktörleri “Yuhanna tomarı yedi” gibi bir cümleyi okuyup kavramaya çalıştıklarında doğan karışıklık ile burada tekrar karşılaşıyoruz. Olasılıkla, söz konusu olan, Yuhanna’nın ilk tomarı DİKKATLE OKUMUŞ ve onu temel alarak yeni versiyonu yaratmış olmasıdır. Ne de olsa günümüzde bile Rusça’da birinin “KİTABI YUTTU”ğunu söyleyerek, onu açgözlülükle ve hızla okuduğunu ifade ederler. Okumayı sevenleri zaten böyle nitelendiriyorlar, “kitapları yutuyor” diye. Bu tarz bir deyim, olasılıkla, Yuhanna’nın, tekrar önyargılı şekilde denetlenip düzeltilmiş ikinci kitabında yazılıyordu. Redaktör “kitap yuttu” deyiminin mecazi anlamını anlamamış olabilir ve yanlışlıkla (ya da bilerek) onu kelimesi kelimesine, yani “Yuhanna kitabı yedi” olarak algılamıştır. Bu şekilde de Vahiy’in yeni versiyonuna bunu yazmıştır. Bir tuhaflık doğmuştur. Ve A. Dürer gibi sonraki uslu ressamlar Yuhanna’nın kâğıt veya parşömen kitabı tam olarak nasıl çiğneyip boğazına takılmasına karşın yiyip bitirdiğini betimlemeye koyulmuştur. Böyle bir “tablo”nun anlamsızlığını anlamışlarsa da kilise kanonunun sözünden hiç çıkamamışlardır. O zamanlardan itibaren büyük bir kitabı resmen yiyen Az. Yuhanna’nın imajı göçebelik ederek Kutsal Kitap resimlerinde eserden esere geçmektedir, res.2.16.

Gösterdiğimiz kelime karışıklığını anlamak kolaydır, çünkü Vahiy’in ilk versiyonu, yukarıda alıntılanan konuya göre, gerçekten yok edilmiştir. Şu halde “onun yenmiş oldu”ğunun söylenmesi pek mümkündür.

Kaydedilenlerden Vahiy’in orijinal versiyonunun işlenip düzeltilmesinin gayet geniş ve önemli olduğu sonucu doğmaktadır. Aksi halde ilk kitabın yok edilip yerine yenisinin YENİDEN yazılması gerekeceği şüphelidir. O halde, söz konusu olan hiç de “dizgi hatalarının düzeltilmesi” değildir. Vahiy çok daha ciddi bir şey yaşamıştır. Olasılıkla, XVII. yüzyıla ait Reform döneminin yeni standartlarına ve amaçlarına özel titizlikle uydurulması gereken kıymetli ve önemli bir eser olarak kabul görmüştür.

6. NUH=KOLOMB’UN 1492 SENESİNDE ESKİ DÜNYA’DAN YENİ DÜNYA’YA GİDİŞİNİN VAHİY’DEKİ OLASI YANSIMASI

Tufan ve patrik Nuh’un “büyük sularda” yüzmesi hakkındaki meşhur Kutsal Kitap hikâyesi bizim tarafımızdan Kolomb’un seyahati hakkındaki veriler ile özdeşleştirilmiştir, bkz. “Rus-Orda Tarafından Amerika’nın İskân ve İhya Edilmesi”, bölüm 6. Bu, Yeni Kronoloji’nin, üzerinde epey çalıştığımız çok önemli bir sonucudur. Aşağıda Vahiy ile ilgili ek bilgiler çıkarmak üzere bu araştırmamıza atıf yapacağız.

“Tufan” ve patrik Nuh=Kolomb efsanesinin izleri pek donuk olduğu halde Vahiy’de de bulunmaktadır. Nasıl olsa onlardan da bahsedeceğiz.

Vahiy şunu anlatmaktadır: “İkinci melek borazanını çaldı. Alev alev yanan, dağ gibi BÜYÜK BİR KÜTLE DENİZE ATILDI” (Va. 8:8). Ve Vahiy’in bir başka parçası şunu bildirmektedir: “Sonra güçlü bir melek DEĞİRMEN TAŞINA BENZER BÜYÜK BİR TAŞI kaldırıp DENİZE ATARAK şöyle dedi...” (Va. 18:21). Ve bundan başka: “Ardından Tanrı'nın gökteki tapınağı açıldı, tapınakta O'nun Antlaşma Sandığı göründü” (Va. 11:19).

Vahiy’in yazarının, büyük bir kütlenin veya “değirmen taşına benzer büyük bir taş”ın denize düştüğünü bildirirken dünyanın bir kısmını batıran büyük bir dalgayı tarif etmek istemesi olanak dışı değildir. Yani, “tufan”ı. Sonra, Nuh’un “büyük sularda” yüzmesi ile ilgili Kutsal Kitap hikayesinde Tanrı gökte “boyu sonsuza dek sürecek antlaşma” olarak gökkuşağını göstermiş (Yaratılış 9:16). Olasılıkla, bu olayların yansımaları Vahiy’de belirmiştir.

Ama o halde, Nuh=Kolomb’un filosunun Atlas Okyanusu’na çıktığı ve Orda’nın Osmania=Atamania ile birlikte Amerika’yı=Yeni Dünya’yı fethetmeye koyulduğu 1492 senesine çıkıyoruz, bkz. “Rus-Orda Tarafından Amerika’nın İskân ve İhya Edilmesi”, bölüm

6. Böylece her üç tarih, yani 1453 senesi (Çar-Grad’ın=Babil’in düşmesi), 1486 senesi (Vahiy’deki astronomik horoskopun tarihi) ve 1492 senesi (Nuh=Kolomb’un deniz seferine çıkması) XV. yüzyılın sonunda, yani Osmanlı=Ataman vaat edilmiş topraklar fethinin başlangıcında buluşmaktadır.

Vahiy’i BİR BÜYÜK DENİZ ÜZERİNDEKİ GEMİ SEFERİ görüntüleriyle resimlendirme şeklindeki Orta Çağ geleneğinin günümüze ulaşmış olması enteresandır. Bu tarzda yapılan bazı minyatürleri res.2.17, res.2.18, res.2.19’da sunuyoruz. Kaydadeğer olan şudur ki, res.2.18 ve res.2.19’da gösterilen minyatürler aynı ve çok ilginç bir isim taşıyor: “Tanrı Halkı Babil’i TERK EDİYOR. Melek, Değirmen Taşına Benzer Büyük Bir Taşı Denize Atıyor”. Kolomb=Nuh’un seferi bazı eski vakayinamelerde gerçekten Tanrı’ya karşı savaşan İsraillilerin Eski Dünya’dan Yeni Dünya’ya ÇIKIŞI olarak kabul edilmekteydi, bkz. “Rus-Orda Tarafından Amerika’nın İskân ve İhya Edilmesi”, bölüm 6. Bugün Davud Yıldızı olarak adlandırılan altı köşeli yıldızın gemilerin birinin bayrağında tasvir edilmiş olması boşuna değildir, res.2.20. Sonuçlarımıza göre, bu yıldızın altı uçlu Hristiyan haçının eski şekli olduğunu hatırlatalım. Daha sonra, XVII-XVIII. yüzyıllarda bu haç salt Yehuda görüntüsü ilan edilip Hristiyan simgeciliğinden alınarak Davud Yıldızı olarak adlandırılır olmuştur.

Res.2.20a’da güya XII. yüzyıldaki Hristiyan başpiskoposu Filipp’in Köln Katedrali’ndeki mezarı gösterilmektedir. Tabanın tümü altı köşeli yıldızlar ile kaplıdır.

Denizde yüzen filoyu tasvir eden Vahiy minyatürünün bir başka örneği res. 2.21’de gösterilmektedir.

Şimdi belki Vahiy’in şu sözleri anlaşılır olacaktır: “Bundan sonra yeni bir gökle YENİ BİR YERYÜZÜ gördüm. Çünkü önceki gökle YERYÜZÜ ORTADAN KALKMIŞTI. DENİZ DE YOKTU ARTIK” (Va. 21:1). Olasılıkla, Rus-Orda’nın=İsrail’in ordularının arkalarında Eski Dünya’yı bırakarak okyanusu geçip (“deniz de yoktu artık”) ulaştığı Yeni Dünya=Amerika düşünülmüştür.

Enteresan olan şudur ki, Eski Ahit Yaratılış kitabında, olasılıkla, Yeni Ahit Vahiy kehanetinin konusu pek açık bir şekilde belirmiştir. Patrik Nuh hakkındaki Kutsal Kitap hikâyesinin 1492 senesine ait olayların bir başka yansıması olduğu, Yaratılış kitabındaki Nuh’un seferinin İNSANOĞLUNUN YIKILIŞI ile, Dünya’nın güya bütün nüfusunun yok olduğu bir felaket ile doğrudan bağlı olması ile doğrulanmaktadır. Böylelikle, 1492 senesinde olup biten “kıyamet” Kutsal Kitap’taki Nuh’un seferi hikâyesinde güya bütün insanları yok eden “dünya tufanı” olarak saptanmıştır. Ayrıca enteresan olan şudur ki, Yaratılış kitabı tufanı korkunç bir mahkeme, Tanrı’nın kendisinin “insanların fuhşu” yüzünden gönderdiği bir ceza olarak yorumluyor. Yani Vahiy’in söylediklerini fiilen tekrarlıyor. Gerçekten Yaratılış kitabının şu kısmını dikkatle okuyunuz: “İlahi varlıkların insan kızlarıyla evlenip çocuk sahibi oldukları günlerde ve daha sonra yeryüzünde Nefiller vardı. RAB baktı, yeryüzünde insanın yaptığı kötülük çok... İnsanı yarattığına pişman oldu… "YARATTIĞIM İNSANLARI... yeryüzünden silip atacağım" dedi... Tanrı'nın gözünde yeryüzü bozulmuş, zorbalıkla dolmuştu. Tanrı Nuh'a, "İnsanlığa son vereceğim" dedi, Onlarla birlikte yeryüzünü de yok edeceğim” (Yar. 6:4-7, 6:11, 6:13).

Sonra Yaratılış kitabının Nuh hikâyesindeki olaylar hemen hemen Vahiy’deki gibi gelişmektedir. Tanrı insanoğlunu Nuh’un başkanlığındaki salihler ve günahkârlar olmak üzere bölmektedir. Tanrı salihleri felaketten kurtarıyor, günahkârlar ise “tufan”da canlarını kaybediyorlar. Ama bu, Vahiy’de zaten tasvir edilen Kıyamet Günü’dür. O halde, şahsı adına Vahiy’in yazıldığı Yeni Ahit İsa Mesihi, Yaratılış kitabına insanoğlunu Kıyamet Günü=“tufan” ile cezalandıran “Eski Ahit Tanrısı” olarak yansımıştır. Hem de Vahiy’de kurtarılan salihler, Yeni Yeruşalem’e çıkıyorlar, yeni hayata Yeni Krallık’ta başlıyorlar. Yaratılış kitabı uyarınca, aynı şekilde patrik Nuh (yani basitçe Yeni) ve ahfadı sonradan yeni hayata yeni topraklarda başlıyorlar.

Sonra, Yeni Ahit’in bir parçası olan Vahiy BABİL’İN YIKILIŞINDAN çokça bahseder. Aynı şekilde, Eski Ahit’in bir parçası olan Yaratılış kitabı da Nuh hikayesinden (Yar.6-10) hemen sonra BABİL’İN VE BABİL KULESİNİN YIKILIŞIndan haber veriyor (Yar.11:1-9). “Böylece RAB onları yeryüzüne dağıtarak kentin yapımını durdurdu. Bu nedenle kente Babil adı verildi” (Va. 11:8-9). Bu, meşhur Babil kulesinin kurulması, halkların dünya üzerine dağılışı ve dillerin karıştırılması ve karışıklığıdır.

Burada bütün Kutsal Kitap içinde “dünya felaketi”nin iki, yalnızca iki tasvirinin bulunduğunun altını çizmek yerindedir. Bunlar Yaratılış kitabındaki MAHKEME, TUFAN, BABİL KIYAMETİ ve Vahiy kitabındaki MAHKEME, DÜNYA’NIN SONU’dur. Büyük ihtimalle, “dünyanın yıkılışının” iki benzersiz tasviri, aynı, son derece önemli, XV-XVI. yüzyıllara ait Orta Çağ olaylarının yansımaları çıkıyor. Bu yüzden, titizlikli bir araştırma sonucunda, kaydedilen konuların az çok yakın olduğu ortaya çıkıyor. Ama bunların farklı yazarlar tarafından yaratılmış olduğu hemen hemen kesindir.

Böylelikle ESKİ AHİT’TEKİ PATRİK NUH, TUFAN VE BABİL KULESİNİN İNŞA EDİLMESİ HİKÂYESİ, BÜYÜK İHTİMALLE, YENİ AHİT VAHİY KEHANETİNİN MERKEZÎ KONUSUNUN BİR BAŞKA EDEBİ VERSİYONUDUR. Tek farkı Vahiy’e kıyasla biraz daha kısaltılmıştır.