BÖLÜM 1.
TARİHSEL KRONOLOJİNİN SORUNLARI
9 . SKALİGER COĞRAFYASINDAKİ İNCİL OLAYLARI VE ONLARA BAĞLI SORUNLAR
9.1. Arkeoloji Ve Eski Ahit
Günlük kelimelerin seslendirilmesi ilke meselesi olmasa da, eski metinde şehrin, ülkenin, kralın v.b. ismi söz konusu olduğunda durum tamamiyle değişir. Aynı terimin seslendirilişinin onlarca ve yüzlerce farklı seçenekleri ortaya çıkar. Ve burada Skaliger tarihi, şehirlerin, ülkelerin v.b.’nin sesli harfleri olmayan Kutsal Kitap adlarını Skaliger kronolojisine, Kutsal Kitap olaylarını ise münhasıran Yakın Doğu’ya getiren hipotetik lokalizasyona göre “özdeşleştirmektedir”.
Arkeolog Millar Burrows, Skaliger coğrafyasının doğruluğundan emin olduğunu gösteriyor. "Aslında... arkeolojik çalışma kutsal kitaplardaki mesajların güvenilirliğine en güçlü güvenceyi kesinlikle veriyor" diye yazıyor, [444]’ten alıntı, s.16. Arkeoloji alanında modern otoritelerden biri, Amerikalı William Albright çok belirsiz olarak şöyle yazmıştır, "arkeolojinin (çağdaş Filistin’deki kazı işleri kastediliyor – A.F.) Eski Ahit geleneğinin tarihe önemli ölçüde uygunluğunu tasdik ettiğinden şüphe duyulamaz”, [444]’a göre alıntı, s.16. Ayrıca bkz. [1003], [1443]. Ancak, Albright 1919-1949 yılları arasında İncil arkeolojisinin bütünüyle karmakarışık olduğunu, kronoloji konusunda farklı görüşleri uyumlu hale getirmenin mümkün olmadığını ve “gerçekten bu durumlarda Filistin ile ilgili verilerin Eski Ahit’i açıklamak için kullanılamadığını itiraf etmektedir”, [444]’e göre, s.16.
Britanya Müzesi Direktörü F. Kennon, arkeolojinin “XIX. yüzyılın ikinci yarısındaki yıkıcı şüphecilik”i çürüttüğünde kesinlikle ısrar ediyor, [444]’e göre alıntı. V. Keller “Ama Ne De Olsa İncil Haklıdır!” başlığı altında önemli bir kitap bile yayımlamıştır [1219].
Kitapta okuyucuyu, İncil bilgilerinin Skaliger yorumlanmasının doğru olduğuna ikna etmeye çalışmaktadır.
Ama ünlü arkeolog ve bu arada İncil olaylarının Skaliger lokalizasyonunun doğruluğu ve tarihlemesinin ateşli bir taraftarı olan L. Raytom tarafından iletilen bilgiler şöyledir: "BULUNTULARIN EZİCİ ÇOĞUNLUĞU HİÇBİR ŞEYİ İSPATLAMAZ ve HİÇBİR ŞEYİ ÇÜRÜTMEZ. Onlar tarihin zeminini ve kurgusunu oluşturur... Maalesef, vasat okuyucuya uygun birçok çalışma Kutsal Kitap’ı ispatlamak arzusu ile doludur. KANITLAR YANLIŞ VE YARI-DOĞRU SONUÇLAR OLUŞTURMAK AMACIYLA KÖTÜYE KULLANILMIŞTIR”, [444]’ten alıntı, s.17.
XIX. yüzyılda K.D. Rich, O.G. Leyyard, P.E. Botta Mezopotamya'da arkeolojinin öncüleri oldular. Ancak onlar çalışmalarının finanse edilmesi için gereken para yardımını almak için, buldukları kadim şehir harabelerini “tam da o İncil şehirleri” ile oldukça keyfî olarak özdeşleştirerek kendi buluntuları için sansasyonel bir reklama başvurmak zorundaydılar.
Ama maddi deliller biriktikçe ciddi zorluklar açığa çıktı. Somut vakalar Eski Ahit’in tüm kitaplarının Skaliger coğrafya ve zaman lokalizasyonlarının kesin arkeolojik kanıtlarının olmadığını göstermektedir. XX. yüzyılda, ünlü arkeolog L. Vulli “İncil Ur’u” ile özdeşleştirmeye çalıştığı şehri kazıp buldu. Ancak “maalesef Yakın Doğu tarihinin II. binyılı kapsamındaki (İncil’deki İbrahim ile ilgili) olayları kronolojik açıdan tatmin edici bir şekilde tarihlemenin imkânsız olduğu kabul edildi” [1484], [444] , s.71.
Skaliger tarihi İncil patriklerinin tam olarak ve sadece çağdaş Mezopotamya ve Suriye’de faaliyet gösterdiklerinde ısrar etmektedir. Bu arada hemen, şu itiraf edilmektedir. “Suriye ve Mezopotamya’da, İbrahim, İshak ve Yakup patriklerle ilgili yapılan oldukça verimli kazılar sonucunda elde edilen bilgiler yetersizdir, hatta hiçbir bilgi elde edilememiştir” [1484], [444], s.77.
Ama sonra şöyle bir soru ortaya çıkmaktadır. İncil patriklerinin izlerini çağdaş Mezopotamya'da aramak doğru mudur?
Dahası, Skaliger tarihi İncil olaylarıyla bağlantılı olayların tam olarak çağdaş Mısır topraklarında geçtiğini öne sürmektedir.
9.2. Arkeoloji Ve Yeni Ahit
Yeni Ahit’teki olayların bugün kabul edilmiş olan güya çağdaş Kudüs’e yakın olan lokalizasyonu ile ilgili durum da iyi değil. İncil’de tarif edilen olayların Skaliger tarafından kurulan lokalizasyon sisteminde Yeni Ahit’i doğrulayan arkeolojik buluntuların olmamasının nedeni, güya Kudüs’ün M.S. 66-73 yıllarında temeline kadar tahrip edilmesi ve ‘Yahudiler’in ona yakın olan yerlerine bile yaklaşmalarının yasaklanması’ imiş [444], s.196. Skaliger tarihine göre, sonra bu çöl yerinde aynı zamanda Elia Kapitolina da denilen ve sakinleri tarafından El Kuds adı verilen yerleşim ortaya çıkmıştı. Ve ancak zaman içinde, burada ‘Eski Yeruşalem yeniden doğmuştu’. Bugün burada turistlere ve hac ziyareti yapanlara gösterilmekte olan Kutsal Kitap dönemine ait tarih kalıntıları (örneğin Ağlama Duvarı vb., res.1.41c’ye bkz.), arkeolojik ve tarihsel kanıtların yokluğu göz önünde bulundurularak asgari bilimsel eleştiriye dahi dayanamaz.
Res.1.42’de güya 1470 yılına ait olan antika bir minyatür gösterilmiştir. Bu minyatür Yeruşalem’in Suriye kralı Antiochus Epiphane tarafından yağma edilmesini tasvir ediyor. Gördüğümüz gibi, minyatürün Orta Çağ ressamı ‘Eski Çağ’ Yeruşalem’ini, Orta Çağ binaları ve kuleleriyle tam bir tipik Orta Çağ gotik şehri olarak emin bir tavırla göstermiştir. Askerlerin Orta Çağ’a özgü olan demir pusatları var.
Skaliger görüşünün yanı sıra başka bakış açıları da var. Onlardan söz etmeden geçemeyiz. Mesela Katolik Kilisesi’nin güya XIII. yüzyıldan itibaren söylediğine göre, İtalyan Loreto şehrinde Meryem Ana’nın yaşadığı ve Başmelek Cebrail’in ona geldiği ‘o ev’ bulunmakta. [444], s.198. Böylece Katolik versiyonu, İncil’in olaylarının en az bir parçasını İtalya’ya götürüyor. ‘Loreto’daki eve’ ait olan en erken belge 1387 yılındaki IV. Urban’ın kararnamesi. 1891 yılında Papa XIII. Leo ‘Loreto’daki mucizenin altı yüzüncü kuruluş yılı’ vesilesiyle bir ensiklika yayımlamıştı. Demek ki, ‘mucize’ XIII. yüzyıl ile tarihleniyor. Tarihçiler ‘Loretto hâlâ Katoliklerin hac yeridir’, diye yazıyorlar. [970], s.37.
A.Ya. Lentsman, mesela Havari Petrus’un gömüldüğü yerin aranışı ile ilgili şunu söylüyor: ‘Özellikle savaştan sonraki yıllarda, 1940 yılından itibaren Roma’da Vatikan kriptalarının (katakomplardaki türbeler) altında’ XII. Pius’un isteği üzerine gerçekleştirilen kazılar devam etmekteydi. Kırklı yılların sonunda, başta Katolik olmak üzere, basında, bu kazıların amacına (çalışmalar herhalde çok pahalıydı - A.F.) nihayet kavuşturulduğu ve HAVARİ PETRUS’UN sadece gömülme yerinin değil HATTA NAAŞININ BULUNDUĞU heyecanla bildirilmişti... Vatikan kazılarının objektif tahlili bütün bu açıklamaların... yalan olduğunu göstermişti. İş o hale geldi ki, XII. Pius kendisi 24 Aralık 1950 tarihinde radyoda konuşurken, ‘bulunmuş olan insan kemiklerinin Havari’ye ait olduğu iddiasının gerçek olduğunun’ imkânsızlığını itiraf etmek zorunda kalmıştı [471], s.45-49.
‘Hz. İsa’nın dirilişinden sonra öğrencilerine güya göründüğü Emmanus şehrinin nerede olduğunu bir şekilde tespit etmek mümkün olmamıştır. Hz. İsa’nın ‘yeniden diriliş’ yeri olan Tabor Dağı’nın nerede bulunduğu belli değil. Hatta Golgotha’nın bulunduğu yere bile arkeologlar şüpheyle yaklaşmaktadır.’ [444], s.201.
Seeck, "Geschichte des Untergangs der antiken Welt" kitabında (Antik Dünyanın Çöküş Tarihi, III, 1900 yılı), onun (Hz. İsa’nın – A.F.) dünyadaki akıbetini tarif etmek niyetimiz yok... Hristiyanlığın ortaya çıkması ile ilgili bütün sorunlar o kadar karmaşık ki, onları boşvermek imkânına ve hakkına sahip olduğumuza memnunuz’ diye yazmıştı [259], s.46’den alıntı. Rahat bir tutum. Ama bilimle hiç alakası yok.
Arkeolog Schwegler, ’burası, ilk ihtiyacı, Kurtarıcı’sının yaşayıp acı çektiği yerin dünyanın neresinde olduğunu bilmek olan inananlar için facianın başladığı yer. Ama arkeolojik kavramları kullanıp konuşursak onun (Hz. İsa’nın – A.F.) ölüm yeri derin bir karanlık (bilgisizlik) içinde’ diye özetliyor [444], s.202’den alıntı.
Görünen o ki, bugünkü Filistin’in sınırları içinde yer alan hem Nasıra şehrinin hem de Golgotha Dağı’nın ve Capernaum (İng.) şehrinin vb. bulunduğu yeri saptamak imkânı yoktur [444], s.204-205.
Sonuç olarak, şu ilginç gözlemi alıntılayalım. ‘İncil’in arkeolojisine dair literatürün okunması garip bir izlenim bırakıyor. Kazıların nasıl düzenlendiğini, uygun alanlar ve aletlerin nasıl göründüğünü, ilgili konunun tarih ve İncil ‘arka planı’nın nasıl olduğunu tarif eden onlarca ve yüzlerce sayfa yazılmıştır. Nihayetinde konu bütün çalışmanın sonuçlarına gelince, sorunun hâlâ çözülmediği ama gelecekte çözüleceği ümidinin olduğunu filan açıklayan birkaç tane belli belirsiz cümle hızlı hızlı konuşma şeklinde geçiyor. YENİ AHİT’İN BİR KONUSUNUN, SIRADAN BİR KONUSUNUN DAHİ (Skaliger kronolojisinde ve lokalizasyon sisteminde – A.F.) BİR ŞEKİLDE İNANDIRICI ARKEOLOJİK KANITININ HÂLÂ OLMADIĞINI kararlı ve kesin bir şekilde söyleyebiliriz... Bu, bu arada, Hz. İsa’nın kişiliğine ve biyografisine tümüyle uygundur. Geleneğe göre, Yeni Ahit’in şu ya da bu olayının sahnesi sayılan herhangi bir yer bile son derece kesin bir şekilde gösterilemez [444], s.200-201.
O zaman, İncil olaylarının izlerinin Yakın Do
10. “ESKİ ÇAĞ” OLAYLARININ COĞRAFİ LOKALİZASYONLARININ BELİRLENMESİ İLE İLGİLİ ZORLUKLAR
10.1. Truva Ve Babil’in Bulunduğu Yerler
Birçok Eski Çağ olayının gerçekleştiği yerin belirlenmesine yönelik denemeler büyük zorluklarla karşı karşıya kalmaktadır. Mesela, eski vakayinamelerde çevirisi “yeni şehir” olan birkaç tane Napoli bulunuyor. Yani aşağıdaki şehirlerden bahsediyoruz:
1) İtalya’da bugün de var olan Napoli.
2) Çevirisi yine “yeni şehir” olan Kartaca şehri [938], s.13, B,162-165.
3) Filistin’deki Napoli [268], s.130.
4) İskit Napoli’si. Moskova Devlet Tarih Müzesi’nin koleksiyonuna bkz.
5) Yeni Roma, yani Konstantinopolis ya da Tsar-Grad'a da Napoli denilmesi mümkündü.
6) Eski Rusya’daki Novgorod şehri.
Dolayısıyla bir kaynakta “Napoli’deki” olaylardan söz edilirse tam olarak hangi şehrin söz konusu olduğunu inceden inceye anlamak gerekmektedir.
Şimdi başka bir örneğe, mesela Truva’ya geçelim. Ünlü Homeros Truvası’nın bugün kabul edilmiş olan coğrafi lokalizasyonlarından biri Çanakkale Boğazı’na yakındır. Mamafih Çanakkale’nin de birbirinden esaslı bir şekilde farklı olan birkaç lokalizasyonu var. Truva kalıntılarının güya Çanakkale’nin yanında bulunduğu hipotezine dayanarak G. Shliman XIX. yüzyılda herhangi bir ciddi dayanak olmadan Truva’nın ünlü ismini, boyutu yaklaşık yüz metreye yüz metre olan, Çanakkale’nin bir bölgesinde keşfettiği, eskiden bir şehrin bulunduğu küçük bir yere vermişti. Detaylar için “Eski Çağ Orta Çağ’dır”, 5:11. bölüme bakınız.
Skaliger kronolojisine göre, Homeros Truvası M.Ö. XII-XIII. yüzyıllarda tümüyle yakılmıştı [72]. Ancak mesela, şimdiki zamanlarda da var olan İtalyan Truva şehri hakettiği ünü Orta Çağ zamanlarında kazanmıştı [196]. Bu kent başta M.S. XIII. yüzyılın ünlü savaşı olmak üzere birçok Orta Çağ savaşında önemli bir rol oynayan Orta Çağ kentidir.
Bizans Orta Çağ tarihçileri Truva’dan GERÇEK BİR ORTA ÇAĞ şehri diye bahsetmektedirler. Örneğin Nicetas Aconiatus [934], cilt 5, s.360, ve Nicephorus Gregoras [200], cilt 6, s.126.
Titus Livius İTALYA’DAKİ “Truva” yerini ve “Truva bölgesini” gösteriyor [482], cilt 1, s.3-4, kitap 1, Nо.1. Buna göre, Truva düştükten hemen sonra, hayatta kalan Truvalılar İtalya’ya ayak basmıştı. Ayak bastığı ilk yerin adı Truva, dolayısıyla bütün bölgeye “Truva bölgesi” dediler. “Aeneas... Sicilya’ya atılmış, Sicilya’dan ise gemileriyle Laurentius bölgesine yanaşmıştı. BU YERE DE TRUVA DERLER” [482], cilt 1, s.3-4, 1.kitap, Nо.1.
Bazı Orta Çağ tarihçileri TRUVA’YI YERUŞALEM’LE ÖZDEŞLEŞTİRİYORLAR, mesela [10], s.88, 235, 162, 207. Bu olgu çağdaş tarihçilerde şüphe uyandırıyor. Onlar, “Homeros’un kitabı hiç de beklenmedik bir anda, “Yeruşalem’in başlangıcından sonuna kadar (İskender’in Truva’ya gelişinin anlatıldığı bir Orta Çağ metnine göre - A.F.) yıkımı” konusunda bir kitaba... dönüşmüştü” diye yazıyorlar, s.162.
Orta Çağ yazarı Anna Komnena, Truva Savaşı’nın başkahramanlarından biri olan Homeros Odisseasu’nun yurdu olan İthaka’dan bahsederken, İthaka adasında Yeruşalem ismini taşıyan büyük bir şehrin kurulduğunu birdenbire ifade ediyor [419], cilt 2, s.274-285. Bunu nasıl anlamalı? Çağdaş Kudüs bir ada üzerinde değil ki.
Truva’nın ikinci adı İlium’dur. Yeruşalem’in ikinci adı ise Aelia Kapitolina [544], cilt 7. Böylece her iki şehrin isimlerinde aynı terim var: Aelia – İlium. Belki gerçekten Orta Çağlar’da bazıları AYNI ŞEHRE Truva-İlium, bazıları ise Yeruşalem -Aelia diyorlardır. Eusebius Pamphilus “Frigya’nın ufak şehirleri olan Petusa ve Timeon’e YERUŞALEM (! – A.F.) denirdi” diye yazmıştı [544], s.893’den alıntı.
Yukarıdaki olgular gösteriyor ki, Truva’nın ismi Orta Çağlar’da “çoğalıp” farklı şehirlere konulmuştu. İlk önce tek Orta Çağ orijinalinin var olması mümkün mü? Bu nedenle, Skaliger tarihinde yer alan ve Homeros Truvası’nın herhalde herkes tarafından bilinen Konstantinopolis, Tsar-Grad şehri olduğu hipotezinin ileri sürülmesine yol açan verilere dikkat etmeden olmaz.
Belli ki Roma imparatoru Büyük Konstantin Yeni Roma’yı, yani yarınki Konstantinapolis’i kurarken yurttaşlarının dileklerini karşılayıp “önce ROMA’NIN İLK KURUCULARININ YURDU OLAN ANTİK İLİUM’UN YERİNİ” seçmişti. Bunu ünlü Türk tarihçisi Celal Assad “Konstantinapolis” kitabında belirtiyor [240], s.25. Ancak Skaliger tarihinde, İLİUM’un sadece TRUVA’nın başka bir adı olduğu söylenmektedir. Tarihçiler bu konuya şöyle devam ediyorlar: İmparator Konstantin daha sonra “fikrini değiştirmiş” ve yeni başkentin yerini biraz değiştirip yeni Roma’yı yakınlarda, Bizantium şehrinde kurmuştur.
Herhalde burada Orta Çağlar’da İstanbul Boğazı’ndaki aynı ünlü şehre Truva, Yeni Roma, Tsar-Grad, Yeruşalem gibi adların verilmesi belirtileriyle karşı karşıya kalıyoruz. Napoli adının çevirisi sadece Yeni Şehir’dir. Yeni Roma’ya da bir zaman Yeni Şehir, yani Napoli denmiş olması mümkün mü?
Kaydedelim ki, İtalya’nin güneyinin Orta Çağ zamanındaki ismi Büyük Yunanistan idi (Eusebius Pamphilus) [267], s.282-283.
Bugün, “Babil”in çağdaş Mezopotamya’da bulunmuş olduğu kabul edilmektedir. Ama bazı Orta Çağ metinlerinin fikri bambaşkadır. Mesela ünlü “Sırp İskenderiye’si” kitabına göre Babil şehri Mısır’da bulunuyordu. Bundan başka bu kitapta, Büyük İskender’in de Mısır’da öldüğü anlatılıyor. Ama Skaliger versiyonuna göre Büyük İskender Mezopotamya’da ölmüştü [10], s.255.
Ayrıca “Babil’in, piramitlerin (Babil kulesi mi? – A.F.) karşısında bulunan yerleşim yerinin Yunanca adı olduğunu görüyoruz. ORTA ÇAĞ DÖNEMİNDE bu yerleşim yerinin varoşu olan KAHİRE’YE BAZEN BÖYLE DENİLMEKTEYDİ” [464], s.45. BABİL adının, birçok şehrin adı gibi makul bir çevirisi var. Dolayısıyla bu terimin farklı şehirlere konulması mümkündü.
Eusebius Roma’ya Babil denildiğini belirtiyor [267], s.85. Dahası, “Bizans tarihçileri (Orta Çağlar’da – A.F.) Babil’den sıklıkla Bağdat’ı kastederler” [702], s.266, not 14. Güya M.S. XI. yüzyılda yaşamış olan Michail Psellus, Babil’e hiç de yıkılmış şehir değil hâlâ var olan şehir diyor [702], s.9.
Res.1.43’te güya 1470 yılına ait olan eski minyatür gösterilmektedir. Bu minyatür Babil’i tipik gotik Orta Çağ şehri olarak gösteriyor. Sağda Babil kulesi inşa ediliyor. “Antik” Kral Nimrod da üzerine madenî zırh giyen şövalye olarak gösterilmektedir. Çağdaş yorumcular bizi, minyatürün Orta Çağ ressamının düpedüz olmayacak şeyler uydurarak “olmayan şeylerin” resimlerini yaptığına ikna etmeye çalışıyorlar. Şöyle yazıyorlar: “Solda İSLAM MİMARLIĞININ UNSURLARIYLA FANTASTİK GOTİK ŞEHİR olarak gösterilen Babil görünüyor. Ortadaki dev Nimrod’dur. Sağda Babil kulesinin inşaatı tasvir edilmiştir” [1485], s.164. Ancak bu, büyük bir ihtimalle fantezi değil, Orta Çağ gerçekliğinin az çok doğru şekilde aksettirilmesidir. Ressam ne çizdiğinin tamamen farkındaymış.
10.2. Herodot’un Coğrafyası Skaliger Versiyonuyla Uyuşmamaktadır
Herodot’tan örnekler verelim. Skaliger tarihi için Herodot’un önemi çok büyüktür. Afrika’daki Nil Nehri’nin şimdiki Tuna Nehri ile özdeşleştirilen İster Nehri’ne (bir sebepten Dinyester Nehri’ne değil) paralel olarak aktığını bildiriyor [163], s.492. Sonra da, “Nil’in Tuna’ya paralel olduğu fikrinin ORTA ÇAĞ AVRUPASI’NDA hatta M.S. XIII. yüzyılın sonuna kadar yaygın olduğu” anlaşılıyor [163], s.493. Yani, “Herodot’un yanlışı’nın” Orta Çağ’a ait bir yanlış olduğu ortaya çıkıyor.
Herodot, “Persler Asya’nın tamamını, Kızıldeniz denilen Güney Denizi’ne kadar mesken tutmuşlar” diye sözlerine devam ediyor [163], 4:37, s.196. Bugün kabul edilmiş olan Skaliger coğrafyasına göre, Güney Denizi Basra Körfezi’dir. Herodot tarihçilerin bugün Arap Yarımadası saydığı yarımadayı tarif ederken “Pers dünyasından başlıyor ve Kızıldeniz’e kadar uzanıyor” diye yazıyor [163], 4:39, s.196. Burada her şey sanki doğrulanıyor gibi. Ama bu, tarihçilerin, Herodot’a göre Kızıldeniz’in Basra Körfezi olduğu yönündeki fikirleriyle çelişiyor [163]. Bu yüzden, çağdaş yorumcular “Burada (Kızıldeniz’den – A.F.) Basra Körfezi kastedilmektedir” diye Herodot’u hemen “düzeltiyorlar” [163], 4. kitap, ek, not 3.
Devam edelim. Kızıldeniz, bugünkü anlayış göz önünde bulundurularak, Herodot’un coğrafya haritası çağdaş haritaya karşı ancak TERS ÇEVRİLDİĞİ takdirde, Herodot’a göre [163], kitap 4:40, “Perslerden daha yukarıda bulunabilir”. Bu arada, kuzey ile güneyin yer değiştirdiği birçok Orta Çağ haritası böyledir. Bu konu ile ilgili ayrıntılara sonraki maddede bakılabilir. Dolayısıyla, burada çağdaş tarihçiler Kızıldeniz’i Basra Körfezi ile özdeşleştirmek zorunda kalıyorlar [163], ek, 4. kitap, not 36. Gerçi, Basra Körfezi’nin Perslerden daha aşağıda ya da doğuda bulunduğunu söylemek gerek, ancak hiçbir şekilde daha yukarıda değil.
Tarihçiler, Herodot’un 2:102 kitabında adı geçen denizi ise Hint Okyanusu ile özdeşleştiriyorlar! [163], 2. kitap, ek, not 110’a bkz. Ve yine batının, doğunun yerine konulduğunu görüyoruz. Herodot’un haritası ters çevrilmiş olabilir mi?
Herodot, 4:37 kitabında Kızıldeniz’i Güney Denizi ile özdeşleştiriyor. Bu, Herodot’u Skaliger coğrafyasının ve bugün kabul edilmiş olan haritanın çerçevesine koymaya çalışan çağdaş yorumcuların aklını kesinlikle karıştırıyor. Şimdi yorumcular, (4:13 kitabına bkz.) Kızıldeniz’i, yani Güney Denizi’ni Karadeniz’le özdeşleştirmek zorundalar [163], 4. kitap, ek, not 12’a bkz. Yine Perslere göre, doğunun, batının yerine konulduğunu görüyoruz.
Böylece, Herodot’un coğrafi verilerinin Skaliger haritası ile özdeşleştirilmesi büyük zorluklarla karşı karşıya. Bu arada çağdaş tarihçilerin böyle özdeşleştirmelere rastlayarak yapmaları gereken çok sayıda düzeltme gösteriyor ki, Herodot haritası modern haritaya göre ters çevrilmiş olabilir. Böyle ters çevrilmiş harita tarzları Orta Çağ döneminde tipiktir [1468].
Görüyoruz ki yorumcular, Herodot’un “Tarihinin” farklı yerlerindeki denizlerin (Herodot’a göre) aynı olan adlarının çok farklı su haznelerine ait olduğunu düşünmek zorundalar. Mesela çağdaş tarihçilere göre, Herodot’un aşağıdaki su haznelerini özdeşleştirdiğini zannetmek zorundayız: Kızıldeniz = Güney Denizi = Karadeniz = Kuzey Denizi = Akdeniz= Basra Körfezi = Bizim Denizimiz = Hint Okyanusu [163], ek, not 34, 36, 110’a vb. bkz.
Krestonluların hem de Kreston şehrinin ve Krosseya bölgesinin “antik” Herodot’un “Tarih” sayfalarında çok sayıda geçmesi garip görünüyor [163], 1:57, s.27; 5:3, s.239; 5:5, s.240; 7:123, s.344; 7:124, s.344-345; 7:127, s.345; 8:116, s.408; s.571. Burada Orta Çağ HAÇLILARININ söz konusu olduğu izleniminden kurtulmak zordur. Bu arada, “kross” sözü Orta Çağ’a ait olan “haçlıların” terimidir. Herodot tarafından tarif edilen olayların tarihleri acaba ne kadar doğru?
Herodot’un anlattıklarını hem ““Eski Yunanlılar Gözüyle” Hz. İsa ve Rusya” hem de ““Eski Yunanlılar Gözüyle” Amerika’nın Yermak Kortes Tarafından İşgali” ve “Reform Çağının İsyanı” kitaplarında açıklıyoruz.
10.3. Ters Çevrilmiş Orta Çağ Haritaları
Çağdaş haritalarda doğu sağa batı ise sola yerleştirilmektedir. Ancak birçok Orta Çağ haritasının ters çevrilmiş durumda olduğunu görüyoruz. Daha doğrusu, bu haritalarda doğu solda, batı ise sağda tasvir edilmiştir. Mesela atlasta gösterilen güya XIV. yüzyıla ait olan bütün Orta Çağ deniz haritaları böyledir [1468]. “Ters çevrilmiş olan” bazı eski Ceneviz haritaları рис.1.44, рис.1.45, рис.1.46, рис.1.47’de gösterilmektedir. Bu deniz haritaları büyük bir ihtimalle askeri ve ticari amaçlarla kulanılmaktaydı. Bazı eski haritalarda güneyi sağa, kuzeyi sola, doğuyu yukarıya, batıyı ise aşağıya yerleştirirlerdi. Mesela рис.1.47a’da gösterilmiş Ebstoff haritası böyledir. Kuzey Scythia’nın gösterildiği parçası resim рис.1.47b’de görülebilir. рис.1.47c ve рис.1.47d’de, aşağısında kuzeyin bulunduğu yukarısında ise güneyin bulunduğu güya 1448 yılına ait olan “ters çevrilmiş” bir eski haritayı daha görebilirsiniz.
Mesela Fransız dilinde LEVANT sözü hâlâ DOĞU demektir. Almanca’da Yakın DOĞU’YA LEVANT da derler [573], s.733. Bu, belki de önceden doğunun bazı eski coğrafya haritalarında solda olduğunun göstergesidir. Rus “LEVIY” sözünün de bazı Batı Avrupa dillerine DOĞU anlamıyla girmiş olması mümkündür, ayrıntılar için ““Eski” Latince’nin Rus Kökenleri” kitabımıza bakınız.
Başta deniz haritaları olmak üzere eski haritalarda neden doğu solda, batı ise sağda (yani güney haritanın yukarısına, kuzey ise aşağısına düşmüştü) tasvir edilmişti? Belki de bunun sebebi, Avrupa’nın ilk denizcilerinin Karadeniz, Hazar Denizi ve Akdeniz’in Avrupa sahillerinde bulunan limanlarından çıkmalarıdır. Yani hareketlerinin yönü kuzeyden güneye idi. Önlerindeki güneydi, gerilerinde ise uzaklaşan kuzey kalıyordu. İstanbul Boğazı’ndan Akdeniz’e çıkan geminin kaptanı yaklaşan Afrika sahillerine bakıyordu. Dolayısıyla DOĞU SOLUNDA, BATI ise SAĞINDA kalıyordu.
Bu yüzden doğu, birçok askeri ve ticari haritada solda bulunmaktaydı. Önde bulunan şeylerin yukarıda tasvir edilmesi daha uygundur. O zaman hareketin yönü haritaya bakışın yönüne uygun düşer.