BÖLÜM 1.
TARİHSEL KRONOLOJİNİN SORUNLARI
11. KUTSAL KİTAP’IN COĞRAFYASININ ÇAĞDAŞ ANALİZİ
Kutsal Kitap’ın birçok metninin volkanik olayları tarif ettiği, tarihçiler tarafından çoktan beri bilinmektedir. Anlamı teologlar tarafından “SÜTUN” olarak açıklanan Sion (ZİON, TSİUN) sözü iyi bilinmektedir [544], 2. cilt. Sion, Sina ve Horev dağlarının birbirleriyle özdeşleştirilmesi olgusu teolojide ve Kutsal Kitap biliminde malumdur. Bu arada Hieronymus, “Bana öyle geliyor ki AYNI DAĞIN iki adı var, hem Sina hem de Horev“ diye bildiriyordu [268], s.129. İ. Pomyalovskiy, “Eski Ahit’te onun (Horev Dağı’nın – A.F.) Sina Dağı ile özdeşleştirildiği çok yer var [268], s.326. Sion Dağı teriminin de “sütun dağı” ya da “sütunun dağı” olarak çevrilmesi mümkündür” diye yazmıştır. [544], cilt 2. Kutsal Kitap’ın metinleri Sion-Sina-Horev dağının volkan olduğunu kesin olarak vurgulamaktadır. Ayrıntılar için aşağıya bakınız. Ama o zaman “sütunun dağı” adının belli bir manası var. Herhalde volkanın üstündeki DUMAN SÜTUNU kastedilmekteydi. Rab’dan (Allah’tan) bahsederken Kutsal Kitap’ın bu isminin çevirisi ile ilgili sorunun araştırıldığı [544], 2. cilde uyarak, aşağıda O’na Gök Gürültüsü Yöneticisi diyeceğiz.
Kutsal Kitap, “Rab, Musa'ya, “Sana KOYU BİR BULUT İÇİNDE... Sina Dağına geleceğim.” dedi. BORU UZUN UZUN ÇALININCA (insanlar – A.F.- bulut dağdan ayrıldığı zaman) dağa çıkabilirler.” GÖK GÜRLEDİ, ŞİMŞEKLER ÇAKTI. DAĞIN (SİNA DAĞININ) ÜZERİNDE KOYU BİR BULUT VARDI,... ÇOK GÜÇLÜ BİR BORU SESİ DUYULDU... SİNA DAĞI'NIN HER YANINDAN DUMAN TÜTÜYORDU. ÇÜNKÜ RAB DAĞIN ÜSTÜNE ATEŞ İÇİNDE İNMİŞTİ. DAĞDAN OCAK DUMANI GİBİ DUMAN ÇIKIYOR, BÜTÜN DAĞ ŞİDDETLE SARSILIYORDU. BORU SESİ GİTGİDE YÜKSELİNCE, Musa konuştu ve Tanrı gök gürlemeleriyle onu yanıtladı” diye yazıyor. (Mısır’dan çıkış 19:9, 19:11, 19:13, 19:16, 19:18-19).
“Halk GÖK GÜRLEMELERİNİ, BORU SESİNİ DUYUP ŞİMŞEKLERİ VE DAĞIN BAŞINDAKİ DUMANI görünce...” diye devam ediyor. (Mısır’dan çıkış 20:18). Res.1.48’de Kutsal Kitap’tan güya 1558 yılına ait (Biblia Sacra) bir gravür gösterilmiştir. Orta Çağ ressamı yanardağa çıkan Musa’yı tasvir etmişti.
“Horev’...in eteğinde durdunuz. DAĞ GÖKLERE DEK YÜKSELEN ALEVLE TUTUŞMUŞTU. KARA BULUTLAR VE KOYU BİR KARANLIK VARDI. RAB size (dağdaki) ateşin içinden seslendi. Siz (Onu) konuşulanı duydunuz, ama konuşanı görmediniz. Yalnız bir ses duydunuz.” diye devam ediyor (Tesniye, 4:10-12).
Tarihte, Kutsal Kitap’ın Sodom ve Gomora şehirlerinin yıkılışının yanardağ püskürmesi sonucunda olduğu çoktandır değerlendiriliyor. Kutsal Kitap, “RAB SODOM VE GOMORA’NIN ÜZERİNE GÖKTEN ATEŞLİ KÜKÜRT YAĞDIRDI... YERDEN, TÜTEN BİR OCAK GİBİ DUMAN YÜKSELİYORDU.” diye bildiriyor (Tekvin 19:24, 19:28).
Orta Çağ ressamı A. Dürer’in “Sodom ve Gomora’nın Yıkılışı” gravüründe, bu şehirleri yok eden şiddetli yanardağ püskürmesi oldukça net bir şekilde gösterilmiştir, res.1.49. Burada, zirvesinden, ağzından ateş ile taşlardan ibaret fıskiyenin çıktığı dağ tasvir edilmiştir. Volkanın eteğinde yıkılmakta olan şehirleri görebiliriz. Res.1.49a’da eski “Sina Dağı’nın Eteğindeki İsrailliler” adlı gobleni görebilirsiniz. Uzakta dumanı püsküren dağ tasvir edilmiştir, res.1.49b. İsrailliler, üzerine madeni zırh giyen Orta Çağ askerleri olarak gösterilmiştir. Res.1.49c’de, Korkunç İvan’ın Rus Resimli Vakayinamesi’nden (The Illustrated Chronicle of Ivan the Terrible) alınan alev ve gökten düşen taşlardan dolayı yıkılmakta olan Sodom ve Gomora’yı tasvir eden minyatür var.
Mesela, Yeruşalem’in yıkılışını tarif eden ünlü Yeremya’nin Ağıtları kitabına dönelim. Burada düşmanların şehre saldırısının anlatıldığı varsayılmaktadır. Aynı zamanda bu eserde şunun gibi de birçok parça var. “Yehova öfkelenince, SİON kızını nasıl da kara bulutla örttü... ÖFKELENDİĞİ GÜN AYAKLARININ BASAMAĞINI ANMADI. HEPSİNİ YERLE BİR ETTİ... HER YANI YİYİP BİTİREN ATEŞ GİBİ” (Yeremya’nin Ağıtları 2:1- 3). ”
Sonra da Yeremya’nin Ağıtları’nın 3. ve 4. bölümlerinde şu bildiriliyor: “O’nun gazap değneği altında eziyet çeken yiğit benim. (Rab’ın – A.F.) Güttüğü, ışıkta değil KARANLIKTA YÜRÜTTÜĞÜ benim. Kemiklerimi kırdı, YOLUMU YONTMA TAŞLARLA KAPADI. Beni dolambaçlı yollara soktu... DİŞLERİMİ ÇAKIL TAŞLARIYLA KIRDI. O’NUN YÜZÜNDEN KÜLLERİN İÇİNDE İKİ BÜKLÜM KALDIM. Öfkenle set çektin ve peşimize düştün. Öldürdün, araya bulutlar yığdın... Kutsal taşlar nasıl saçıldı... CEZA... SODOM’UN GÜNAHINA VERİLENDEN DE BÜYÜK OLDU... (Kurtulanların – A.F.) Görünüşleri kömürden de kara oldu... Yehova tüm gazabını gösterdi. YAKICI ÖFKESİNİ ÜZERLERİNE BOŞALTTI. VE SİON’UN İÇİNDE, TEMELLERİNİ (yani dağın eteklerini – A.F.) YİYİP BİTİREN BİR YANGIN TUTUŞTURDU.” (Yeremya’nin Ağıtları 3:1-2, 3:4, 3:9, 3:16, 3:43-44, 4:1, 4:6, 4:8, 4:11).
Teologlar, bu eserin alegorik bir anlamının olduğunda ısrar ediyorlar. Ama metin kelimesi kelimesine de, yani tam yazıldığı gibi okunabilir. İşte, içinde başka şeylerin yanı sıra büyük bir şehrin (belki başkentin mi?) şiddetli volkanik püskürme ile yıkılışı tarif edilmiştir. Böyle “volkanik püskürmelerin” Kutsal Kitap’taki sayısı oldukça yüksektir. V.P. Fomenko ve T.G. Fomenko tarafından oluşturulan listeleri aşağıdadır:
Tekvin 19:18,24, Mısır’dan Çıkış 13:21,22, Mısır’dan Çıkış 14:18, Mısır’dan Çıkış 20:15, Mısır’dan Çıkış 24:15,16,17, Sayılar 14:14, Sayılar 21:28, Sayılar 26:10, Tesniye 4:11,36, Tesniye 5:19,20,21, Tesniye 9:15,21, Tesniye 10:4, Tesniye 32:22, Samuil’in 2. Kitabı 22: 8-10,13, 1. Kralların Kitabı 18:38,39, 1. Kralların Kitabı 19:11,12, 2. Kralların Kitabı 1:10-12,14, Неемия 9:12,19, Zebur (Z.II, sütun.6, z.106, sütun.17), (z.106, sütun.18), Ezekiel 38:22, Yeremya 48:45, Yeremya’nin Ağıtları 2:3, Yeremya’nin Ağıtları 4:11, İşaya 4:5, İşaya 5:25, İşaya 9:17,18, İşaya 10:17, İşaya 0:30, Yoil 2:3,5,10. Burada “Yahudiler” tarafından kabul edilmiş olan kitapların adları kullanılmıştır.
Bu açıklamaların Filistin’deki Sina Dağı ve Kudüs’e atfedilmesi en azından gariptir. ÇAĞDAŞ SİNA YARIMADASI’NDAKİ “SİNA DAĞI” HİÇBİR ZAMAN VOLKANİK DEĞİLDİ. Olaylar nerede geçmişti o zaman?
Bunu anlamak için Akdeniz’in çevresinin jeolojik haritasını araştırmak yeterli olur [440] s.380-381, 461. Ne Sina Yarımadası’nda ne de Suriye’de ya da Filistin’de bir tane volkan var. Mesela Paris’in yanındaki yerlerde olduğu gibi sadece “üçüncü ya da dördüncü derece volkan püskürme alanları” var. Belirtilen tarihte, M.S. dönemi başladıktan sonra bir volkanik olay bile kaydedilmemiştir.
Şimdiye kadar hâlâ geçerli olan tek güçlü alan İtalya ve Sicilya’dır. Mısır’da ve Kuzey Afrika’da volkan yok [440]. Bu durumda, aradığımız şeyler şunlardır:
1) Tarih döneminde aktif olan güçlü bir volkan
2) Volkanın yakınında yıkılmış bir başkent (bkz. Yeremya’nin Ağıtları)
3) Volkanın yakınında bulunan ve bu volkan tarafından yıkılmış iki şehir daha: Sodom ve Gomora
Akdeniz bölgesinde böyle sadece bir volkan var. İsmi Vezüv Yanardağı. Bu volkan tarih zamanında aktif olan en güçlü volkanlardan biridir. Püskürmesiyle yıkılmış olan ünlü Pompeii şehri (başkent mi?) ile yok olmuş Stabia (belki Sodom mu?) ve Herculanum (belki Gomora) şehirleri volkanın eteğindedir. İsimlerinin benzerliğini farketmemek mümkün değil.
N.A. Morozov’un fikirlerine göre, Vezüv için Sina adı eski Latin sino sözünden geliyor. Latince’de sinus “servet dağı” demektir. HOREV adı ise Latin horribilis sözünden geliyor, bu da KORKUNÇ demektir.
N.A. Morozov şöyle ilginç bir araştırma yapmıştır [544]. Bu araştırma, Sina-Horev- Sion dağının İtalya’ya yerleştirilmesini göz önünde bulundurarak Kutsal Kitap’ın bazı parçalarının sesli harfleri olmayan metninin okunmasına yol açıyor.
Bazı örnekleri verelim. Kutsal Kitap, “Tanrımız RAB Horev’de bize, “Bu dağda yeteri kadar kaldınız” dedi,“Haydi kalkın... KNUN (Kenanlılar) ülkesine gidin.” diye söylüyor. (Tesniye 1:6-7). Teologlar KNUN’u, ünlü harfleri ekleyerek KENAN’a dönüştürüp onu sahraya, Lut Gölü’nün kıyılarına götürmüştür. Ama başka söze dönüştürülmesi de mümkün. KNUN – Kenua, yani Genua (İtalya’daki Ceneviz bölgesi). Ayrıca KANAAN sözü HAN’a (Han ülkesi) benziyor.
Kutsal Kitap, “KNUN (Kenanlılar) ülkesine ve LBNUN’e...” diye söylüyor (Tesniye 1:7). Teologlar LBNUN sözünü, ünlü harfleri ekleyerek Lübnan’a dönüştürmüştür. Ama LBNUN sıklıkla BEYAZ demek için kullanılır, yani Mont Blanc kastediliyor olabilir, BEYAZ dağ yani. Kenanlılar ülkesi herhalde Hanlar ülkesi ya da HANIN ülkesi demekti.
Kutsal Kitap’ta ayrıca, “Büyük PRT Irmağına kadar...” (Tesniye 1:7) ifadesini görüyoruz. Teologlar PRT sözünü, ünlü harfleri ekleyerek Fırat’a dönüştürmüştür. Ama Mont Blanc’ın arkasında Tuna nehri bulunuyor, büyük bir kolunun adı PRUT nehri.
Kutsal Kitap, “Horev’den ayrıldık, o geniş ve korkunç çölü aştık” diye söylüyor (Tesniye 1:19). Gerçekten İtalya’da Vizuv-Horiv’in yanında, ufak volkanlar, fumarolalar ve lav katmanlaşmalarıyla (fumarole) dolu kavrulmuş geniş alanlar olan meşhur Flegrea tarlaları bulunuyor.
Kutsal Kitap, “Ve KDŞ B-RNE’ye vardık.” diye söylüyor (Tesniye 1:19). Teologlar KDŞ B-RNE sözlerini, ünlü harfleri ekleyerek Kadeş-Barnea’ya dönüştürmüştür. Ama burada Rhone yanındaki Cadiz kastedilmiş olabilir [544], 2. cilt, s.166. Rhone yanındaki Cadiz adı ya çağdaş Cenevre’ye ya da Bulgaristan’daki Varna şehrine verilmiş olabilir.
Kutsal Kitap, “Uzun süre Seir dağlık bölgesinde dolanıp durduk.” diye söylüyor (Tesniye 2:1). Çevirmenler SEİR sözünün çevirisini yapmamıştır, ancak çevrildiğinde “Şeytan sıradağları”, “Şeytan dağı” çıkıyor [544], 2. cilt, s.166. Tam öyle bir dağ, yani Diablereux - Şeytan Dağı Cenevre gölünün arkasında bulunuyor.
Yolda rastlanmış olan LOT (yani ünlü harfleri olmadan LT) OĞULLARI Latin milletiyle özdeşleştirilebilir [544], 2. cilt, s.167.
Kutsal Kitap, “ARNN Vadisinden geçin” diye söylüyor (Tesniye 2:24). Sinot çevirisine göre ARNN Arnon’dur. Ama burada hâlâ var olan İtalyan Arno Nehri söz konusu!
Kutsal Kitap, “Başan’a doğru ilerledik.” diye söylüyor (Tesniye 3:1). Başan şehrinin adı Kutsal Kitap’ta sık sık geçiyor. Başan şehrinin – Bassano’nun – İtalya’da hâlâ var olması şaşırtıcıdır.
Kutsal Kitap, “Başan Kralı... bizimle savaşmak için Adria’da (sinot çevirisine göre Edrei’de – A.F.) karşımıza çıktı.” diye söylüyor (Tesniye 3:1). Tam da bu adıyla, Adria, Po ağzına yakın olan bir yerde hâlâ bulunabilir. Bu arada eski Latin yazarlarına (mesela Procopius’a bkz.) göre Po nehrine çoğunlukla Şeria -Eridanus– derler [544], 2. cilt. Bu, Şeria’nin Kutsal Kitap’taki IRDN yazılışına iyi bir şekilde uyar [544], 2. Cilt, s. 167.
Kutsal Kitap, “Bütün kentlerini ele geçirdik... Hepsi altmış kentti.” diye söylüyor (Tesniye 3:4). Gerçekten Orta Çağlar’da bu bölgede Verona, Padova, Ferrara, Bologna vb. gibi çok sayıda büyük şehir vardı.
Kutsal Kitap, “Arno (ARN) Vadisi’nden (sinot çevirisine göre Arnon – A.F.) HRMUN Dağları’na kadar (sinot çevirisine göre Hermon Dağları’na kadar – A.F.)” diye söylüyor (Tesniye 3:8). Ama HRMUN Dağları ünlü harfleri eklenerek ALMAN dağlarına dönüştürülebilir.
Kutsal Kitap, “Yalnız Başan Kralı Og sağ kalmıştı... Ogun Rabba Kenti’ndeki (sinot çevirisi! – A.F.) yatağı (burada tabutu – A.F.) demirdendir” diye söylüyor (Tesniye 3:11). Burada sadece Ravenna (Kutsal Kitap’a göre Rabba) değil Gotların (“og”, gotlar mı?) Kralı Büyük Teodrik’in İtalyan Ravenna şehrinde bulunan meşhur mozolesi söz konusu! Teodrik’in M.S. 493-526 yıllarında yaşamış olduğu kabul ediliyor. Demek ki, bu Kutsal Kitap metninin, Skaliger kronolojisine göre bile ancak M.S. VI. yüzyıldan sonra ortaya çıkması mümkündür.
İsraillilerin seyahatleri sırasında duraklarından birinin ismi, sinot çevirisi “tavera” olan TBREYE’dir (Sayılar 11:3). Önceki özdeşleştirmeleri göz önünde bulundurarak TBREYE sözüne bakıp meşhur İtalyan Tiber (yani ünlü harfler eklenmeden TBR) Nehri tanınabilir. Devam edelim. TSN, Livorno’nun güney doğusundaki Siena. Kutsal Kitap’taki Hevron (Tekvin 23:2) belki Gorgo du Rhone [544], 2. cilt, s.229-237. Kutsal Kitap’a göre Vizo’nun yamaçlarının adı YEVUS (Hâkimler 19:10). Kutsal Kitap’a göre Roma’nın adı RAMA (Hâkimler 19:13). Bu arada bütün bunlar sinot çevirileridir! V.s. v.b.
Böylece Kutsal Kitap’ta anlatılan, Musa önderliğindeki İsraillilerin seferi ve İsrail toprağının Yuşa önderliğindeki sonraki işgali gibi olayların bir parçasının çağdaş Filistin’de değil, İtalya gibi bugünkü Avrupa ülkelerinde yer almasının mümkün olduğuna dikkat etmeden geçemeyiz.
Adları Kutsal Kitap’ta geçen eski devletlerin coğrafi açıdan lokalizasyonu ile ilgili birçok soru ortaya çıkıyor. Mesela Kutsal Kitap’ta eski Fenike ve Tyros ve Sedon şehirlerinden çok bahsedilmektedir. Ama şimdilik Kutsal Kitap’ın birçok adının Orta Çağ okuma tarzı ihtimalini göz önünde bulundurarak, Venecia sözünün Roman versiyonuna göre VENETSİYA olarak, Germen versiyonuna göre ise FENEKİA olarak okunabilmesine dikkat çekmeden olmaz. Hatırlatalım ki, V harfi “FAU”dur, TS ve K sesleri ise çoğunlukla birbirinin yerine geçmiştir. Örnek olarak burada Caesar – Tsesar (Sezar) gibi sözlerin birbirine dönüşmesini hatırlatalım. Böylece, KUTSAL KİTAP’TAKİ FENİKE’NİN ORTA ÇAĞ VENEDİK’İ, yani meşhur Venedik Cumhuriyeti olduğu hipotezi ortaya çıkıyor.
Gerçekten Kutsal Kitap’a göre eski Fenike bütün Akdeniz bölgesinde hüküm süren, sömürgelerini Sicilya, İspanya ve Afrika’da kuran güçlü bir deniz devletidir. “Eski” Fenikeliler uzak memleketlerle aktif şekilde ticaret yapıyordu. Mesela Ezekiel kitabına, bölüm 27’ye bakınız. Kudretli Orta Çağ Venedik Cumhuriyeti Kutsal Kitap’ın bütün bu tariflerine iyice uymaktadır.
Ancak Skaliger tarihi, Tyros ve Sedon’nun (Sayda) “eski Fenekia’nın” baş şehirleri olduğunu iddia eder. Bu şehirlerin Kutsal Kitap’taki muhteşem tariflerine uyup uymadığına bakalım. Mesela XIX. yüzyılın resmi kılavuz kitabını (yani denizciler için kılavuz) gözden geçirelim [494]. Sayda konusunda şu söylenir: “1818 yılında şehrin nüfusu 1600 kişiydi... Güneyinde ufak bir koy var. Zamanımızda zorla görülür ve şimdi tümüyle kum altında kalan mendirek daha önce küçük bir limandı. Bazen buralarda veba alıp yürüyor... Sayda’nın eski azametinden hiçbir şey kalmamış... Güney kenarında resif var, kuzey kenarında ise sığlık görünür... Şehir ile ada arasındaki derinlik her yerde eşit değil... geçiş dar, dip ise taşlı. Şehirden su alınamaz, çünkü büyük bir filika sahile yaklaşamaz” [494]. [544]’ten alıntı, 2. cilt, s.637.
Şehir, gemilerin işlemesine elverişsiz olan nehrin ağzında bulunuyor. Temel geçim aracı bahçeler. Stratejik konumu umutsuz. Haçlıların seferleri sırasında şehir kolayca elden ele geçiyordu. Hiçbir zaman bağımsız büyük bir ticaret merkezi olarak bilinmemiş [544], 2. Cilt.
Bütün bunlar Kutsal Kitap’ın Büyük Sedon ve Fenike ile ilgili söyledikleriyle şaşırtıcı bir şekilde çelişmektedir. Tyros konusundaki durum da aynı [494], [544], 2. Cilt. Galiba Kutsal Kitap Sedon ve Fenike’den bahsederken bambaşka şehirleri kastediyor.
12. YANLIŞ SKALİGER KRONOLOJİSİNİN SONUCU OLARAK ESRARENGİZ RÖNESANS DÖNEMİ
Skaliger kronolojisinde “rönesans efekti”, yani güya “Eski Çağ’ın tekrarlanması” çarpıcı bir biçimde ifade edilmiştir.
Eski Platon’un “Platonizm’in” kurucusu olduğu varsayılmaktadır. Sonra da öğretisi, birkaç yüzyıl sonra güya M.S. 205-270 yıllarında ünlü “Neoplatonizmci” Plotinus ile birlikte ortaya çıkmak üzere ölüyor. İsminin manevi hocası olan Platon ile “tesadüfen” hemen hemen aynı olduğu anlaşılıyor. Sonra, Neoplatonizm de birkaç yüzyıl sonra bu kez XV. yüzyılda ünlü “Platonizmci” Gemisto Pleton tarafından canlandırılmak üzere ölüyor. İsminin manevi hocası olan Platon ile yine “tesadüfen” hemen hemen aynı olduğu anlaşılıyor. Orta Çağlar’da yaşayan Gemisto Pleton’nun eski Platonizm’i “yeniden canlandırıp “antik” Platon’un muhteris savunucusu olduğu varsayılmaktadır. Bu arada, “eski” Platon’un elyazmalarının günyüzüne ilk çıkışı tam olarak M.S. XV. yüzyılda, yani Gemisto Pleton’nun faaliyetinin en civcivli zamanında meydana gelmişti [247], s.143-147.
Gemisto Pleton Floransa’da, Platon’un “eski” Akademisi’nin tam analoğu olan “Pleton Akademisi”ni kurmuştur [247]. A.A. Vasilyev “Onun (Pleton’un – A.F.) Floransa’da kalması, eski Yunan biliminin İtalya’ya geçmesi ve Platon felsefesinin bilhassa Batı’da ortaya çıkması ile ilgili en önemli noktalardan biridir” diye yazıyor [657], 3. Cilt, 2. bölüm; [120].
Hem “antik” Platon hem de Orta Çağ döneminde yaşayan Pleton ütopyaları yazmıştır. Gemisto Pleton’un bugüne maalesef tam ulaşmamış meşhur “Kanunlar Konusundaki Çalışma” ütopyasının yazarı olduğu bildirilir. Ama buna karşılık bize güya antik Platon’un “Kanunlar” konusundaki çalışmasının tam metni ulaşmıştır. Orta Çağ döneminde yaşayan Pleton “antik” Platon gibi ideal devlet kavramını ileri sürüyor. Üstelik programı “antik” Platon’un programına çok yakındır. Güya M.Ö. 205-270 yıllarında yaşayan Plotinus, her ikisine “öykünerek” imparatorun ona Campania’da (yine İtalya’da), kendisinin Platon’a göre aristokratik-komünal daireleri yöneteceği Platonopolis şehrini kurmasına yardım edeceğini umuyordu [122], 4. Cilt, s.394-397.
Skaliger tarihinde bazı büyük kilise adamları da ikiye ayrılıyor. Mesela Eusebius, “Kilise tarihinde” [267], Paskalya’nın tarihinin saptanmasına ait kurallar konusundaki tartışmada başrolü oynamış olan piskopos Viktor’dan çok bahsediyor [267], s.306. Ve gerçekten tarihte, meşhur “Paskalya Tartışması” tespit edilmiştir. Bu tartışmada başrol Viktor’a aitti. Özel bir “Viktor’un Paskalya Devresi” terimi bile var [76], cetvel 17. Ancak bu tartışma ve Viktor’un faaliyeti güya M.S. 463 yılına aitmiş. Ancak bundan bahseden Eusebius güya daha erken, yani III. yüzyılın sonu – IV. yüzyılın başlangıcı arasında yaşamıştır. Demek ki burada Skaliger kronolojisi “ters çevrilmiştir”.
Ayrıca Eusebius [267]’de, Paskalya’yı ilkbahar ılımına, yani “Hz. İsa’nın acılarına” bağlayarak Paskalya Bayramı’nın tarih kurallarını saptayan meşhur Dionisius’tan haber veriyor. Eusebius’a göre Dionisius’un vefatı Gallienus’un 12. yılına, yani Skaliger kronolojisine göre güya M.S. 265 yılına aittir. Ama M.S. güya VI. yüzyılda yine meşhur Dionisius’un, yani Küçük Dionisius’un (Dionysius Exiguus, Dionisius the Little) ortaya çıkışı şaşırtıcıdır. Küçük Dionysius’un Paskalya sorunu ile çok uğraştığı ve kendisinin Hz. İsa’nın doğum tarihini saptamış olan ilk araştırmacı olduğu varsayılır. Bunun dışında, Paskalya tarihinin hesaplama kurallarını çok seneler sonrası için verip onu ilkbahar ılımına bağlamıştı [76], cetvel 18. Her iki Dionisius’un meşhur olmaları, Paskalya sorunu ile uğraşmaları, bu sorunun ilkbahar ılımı ile ilişkilerini araştırmaları ve daha önce zaten ikiye ayrılmış olan Viktor’u izlemeleri gariptir. Ama bununla birlikte aşağı yukarı üç yüzyıl onları birbirlerinden ayırır. Herhalde burada bir yanlışlık var. Ancak, kâğıt üzerinde ikiye ayrılmış olan sadece bir Dionysius vardı. Bu arada, aşağıda gösterilen iki Dionisius’un, büyük bir ihtimalle aslı olan bir Küçük Dionisius ile daha tanışacağız. Yani XVII. yüzyılda yaşamış olan Dionysius Petavius’u kastediyoruz.
Meşhur Roma Hukuku’nun Skaliger tarihindeki garip suretleriyle karşı karşıyayız [5]. F. Schupfert “Büyük Roma hukukçular dizisi M.S. 244 yılında ölmüş olan Erennius Modestin ile bitiyor. Tüm hukuk bilimi LETARJİYE DÜŞMÜŞTÜ. Sadece 900 YIL SONRA (! - A.F.) (Erennius’un sadece ismi açısından değil faaliyeti açısından da “ikizi” olan) İRNERİUS sayesinde Bologna’da bütün eski... güzelliğiyle YENİDEN CANLANMIŞTI.” [879], s.187. diye yazıyor. Okulun kurucusu olan, Orta Çağ döneminde yaşayan İrnerius (“antik” Erennius mu?) M.S. yaklaşık 1088 yılında, unutulmasından güya dokuz yüzyıl sonra canlanmış olan Roma Hukuku konusunda dersler vermeye başlamıştı. Ayrıca, güya eski “Corpus Iuris (veya Juris) Civilis’i” toplamıştı.
Skaliger tarihinde iki ünlü Homeros var. Bunlar “eski” şair Homeros ve güya IX. yüzyılda Şarlman’ın saray adamı olan Orta Çağ şairi Angilbert Homeros. G. Veber’in tahminlerine göre “akademik “Homeros” ismi ona herhalde şiir eserleri için verilmişti... Angilbert şiirlerinden sadece bazıları günümüze ulaşmıştır.” [122], 5. cilt, s.391. Bu Orta Çağ Homeros’u “Şarlman’ın Aachen sarayının bilim çevresindeki en önemli üyesiydi” [122], 5. cilt, s.391.
Bu arada alıştığımız Şarlman yani Charlemagne ya da Büyük Karl kelime grubu çağdaş anlamda hiç de özel isimler değildir. Herhalde sadece “Büyük Kral” demekti. Ancak tam olarak kime böyle dendiği sorusunu detaylı bir şekilde araştırmak gerekmektedir. Bundan aşağıda bahsedelim. Res.1.50’de Şarlman’ın Albrecht Dürer tarafından XVI. yüzyılda yapılmış olan portresini görebilirsiniz.
Bugün Calendeler (calends) ve Iduslara (İdes) göre eski Roma hesaplamalarının M.S. VI-VII. yüzyıllarda bittiği varsayılır. Ama buna rağmen, M.S. XIV. yüzyılda yaşayan Orta Çağ kronoloji uzmanlarının bunu bilmedikleri için hesaplamaları güya çoktandır unutulmuş olan tam Calendeler ve Iduslara göre yaptıkları ortaya çıkmıştır [229], s.415.
Skaliger tarihinde bunun gibi iki aynı suretin garip bir şekilde çıktığı olayların sayısı gayet yüksek. Yukarıda gösterilmiş olan “ikiye ayrılma” örnekleri bir iddianın kanıtı sayılamaz. Böyle birbirinden izole edilmiş rastlantılar oldukça çok sayıda toplanabilir. Ancak aşağıda göreceğimiz gibi, gösterilmiş olan çiftlere ve kurulmuş olan paralelliklere her yerde rastlanmaktadır. Üstelik bunlar bir genel kronolojik oynama krokisine yerleştirilebilir. Bu krokide böyle paralellikler-yansımalar yüzlerce yıl boyunca “yan yana” gitmektedir.
“Antik” belgelerin, aslında, Orta Çağ tarihlemesine ait olduğu ihtimalini açıkça vurgulayan temel olgulardan biri Rönesans’ın varlığıdır. O dönemde bilimin, felsefenin, kültürün, resim sanatının v.s. bütün “antik” yönleri canlanmıştır. “Parıl parıl parlayan eski Latince’nin”, Orta Çağlar’ın başlangıcında, ancak Rönesans’ta eski parıltısını kazanmaya başlayıp, bunu başarmış olan kaba, hantal dile kadar gerilemiş olduğu kabul edilir. Mamafih, hem Latincenin bu “uyanışı” hem de eski Yunan dilinin yeniden doğuşu M.S. VIII-IX. yüzyıllardan önce başlamamıştır [335], s.23.
Meğer güya X-XI. yüzyıllardan itibaren, tarihçilerin şimdi “klasik anıların maskeli balosu” adını koyduğu meşhur Orta Çağ trouvereleri konuyu araştırmaya başlamışlar [335], s.83. XI. yüzyılda, meşhur Homeros konusunun “Orta Çağ tarzında” (yani şövalyeler, damlar, şövalyelerin teke tek savaşları v.s.) anlatıldığı “Odisseas’ın Tarihi” ortaya çıkmıştır. Öte yandan burada, sonradan “antik” konunun temeli sayılacak tüm unsurlar bulunmaktadır [335], s.83-84.
“XII. yüzyılın sonu XIII. yüzyılın başlangıcından itibaren trouvereler gururla şunu söylemişti: bu tarih (Truva Savaşı’nın tarihi – A.F.) yazıla yazıla eskimiş bir konu değil. ONU KİMSE HENÜZ SÖYLEYİP YAZMAMIŞTIR... Trouvereler... ilk önce Truva Savaşı’nı araştırmıştı. Onlar için bu hemen hemen milli bir konuydu.” [335], s.85-86. Durum şudur ki Franklar, kendi kökenlerinin Truva’ya (!) ait olduğunu zannetmişti. Güya M.S. VII. yüzyılda yaşayan yazar Fredegarius Scholastikus ise Priamos’u önceki kuşaktan biri olarak görür [335], s.85-86. Res.1.51’de trubaduların (trouverelerin) eski resmini görebilirsiniz.
Üstelik “(herhalde antik agronautların Orta Çağ orijinali olan – A.F.) haçlı fatihlerin Asya’nın uzak ülkelerine atıldığı Agronautların seferi Truva Savaşı ile tek bir birim haline getirilmiştir.” [335], s.85-86. Orta Çağ metinlerinde “antik” Büyük İskender “Fransa’ya komplimanlar yapıyor.” [335], s.85-86.
Bazı Orta Çağ metinlerinde, “antik” Truva savaşından bahsedilerek Paris’e Parij (Parij, Paris şehrinin Rusça adı) denir. Bu, Paris’ten olan kimseye atfediliyor olabilir mi acaba? [10], s.234, not 76. Mesela şu denilmekte: “PARİJ, kendisine Aleksander deyip Elena’yi kandırmıştı.” [10], s.234, not 76. Üstelik bu Orta Çağ metinlerinde PARİJ = Farij gibi ilginç bir özdeşlik var. Mesele şu ki, P ve F harfleri çoğunlukla birbirlerine dönüşüyordu.
Res.1.52’de “Büyük Fransa Vakayinamesi’nden”, Frankların Truva kökenli olduğu gösterilen güya XV. yüzyıla ait eski bir minyatür bulunmuştur. Çağdaş yorum şunu ifade ediyor: “Minyatür, Fransızların kökenlerini Hektor’un oğlu ve Truva Kralı Priamos olan Francion’dan aldığı fikrini açıklıyor.” Dolayısıyla, aşağıda Truva muhasarasının altında Paris’in kuruluşunu görüyoruz.” [1485], s.104. Yani, Truva çökünce Paris kurulmuştu diyebiliriz. “Antik” Truva burada Orta Çağ şehri şeklinde gösterilmiştir.
Skaliger kronolojisine göre adları Yeni Ahit’in Vahiyi’nde geçen ve kıyamet milletleri denilen GOG ve MAGOG Orta Çağ döneminin başlangıcında tarih sahnesinden iz bırakmadan yok olmuştur. Ancak, Orta Çağ “Aleksandria” metnine yazılan çağdaş yorumu okuyalım [10]: Herhalde GOTTİ ve MAGOTTİ kavramlarında, kıyamet milletleri GOG ve MAGOG (Vahiy, XX, 7) ile ilgili düşünceler ORTA ÇAĞLARDA İYİ TANINAN GOTLAR VE MOĞOLLAR İLE birleşmiştir [10], s.248, not 165.
Skaliger kronolojisi ve bütün bu tuhaflıkların baskısı altında bulunan tarihçiler, Orta Çağlar’da, “kronolojik bir sıra anlayışının hemen hemen kaybolduğunu” düşünmek zorundadır. Onlar, “Mesela Büyük İskender’in cenaze töreninde haç ve buhurlukları tutan keşişler hazır bulunuyormuş. Catilina sabah âyini dinliyormuş... Orfe Aeneis’in çağdaşıymış, Sardanapalus Yunanistan’ın kralıymış. Dönme Julianus Papalık capellanusuymuş (kilisedeki görevlerden biri, a papal chaplain). Bu dünyada her şeyin FANTASTİK BİR RENGİ VAR.” diye şaşırıyorlar. En kaba anakronizmler ile EN GARİP HAYAL ÜRÜNLERİ barış içinde varlığına devam ediyor [879], s.237-238. Bugün tarihçiler, sadece, bugün kabul edilmiş olan Skaliger kronolojisine aykırı olduğu gerekçesiyle bütün bunları ve binlerce başka olguyu “açıkça saçma” sayıyor.
Orta Çağ dönemine ait olan gotik katedrallerde, Hristiyan azizlerinin yanında “antik payen” kişileri de var. Mesela ünlü Chartres Katedrali’nin Batı cephesindeki Hristiyan azizlerinin yanında bulunan “antik” Aristoteles ve Pisagor’un heykellerinin gösterildiği res.1.53’e bakınız. Tarihçiler Skaliger tarihine aykırı olan böyle bir komşuluğu şu belli olmayan sözlerle açıklamaya çalışıyor: “Aristoteles ve Pisagor... İki payen felsefecisinin Hristiyan katedralindeki tasviri bilimlere verilen büyük önemin işaretidir.” [930], s.169.
Antik Aristoteles’in en eski biyografisi M.S. 1300 yılı ile tarihleniyor. Bu arada, bu elyazması hızlı bir şekilde bozulmakta ve XIX. yüzyılda okunabilen bazı parçaları şimdi zorlukla okunmaktadır.” [300], s.29. Ancak Skaliger kronolojisine göre yaşları güya bin yıldan fazla olan birçok elyazması, mesela Kutsal Kitap’ın elyazmaları şimdi de rahatlıkla okunabilir. İçlerindeki parşömen kâğıdı ise hala esnek. “Kutsal Kitap Rusya’sı” kitabı, 2. bölüme bakınız. Herhalde, XVI. yüzyıla ait olan elyazmasının tarihçiler tarafından kaydedilmiş olan yüksek bozulma hızı eski metinler için tipik bir şeydir. Dolayısıyla, bu metinler bugün sanıldığı kadar eski değildir.
Muhtemelen, “Aristoteles’in eserlerinin bize ulaşmış olan en iyi Yunan yazmaları X- XII. yüzyıllara aittir.” [300], s.206. Bilindiği gibi “antik” dönemde, Platonizm ile Aristotelesçilik arasında sürekli bir tartışma devam etmekteydi. İşte, M.S. XV. yüzyılda, Eski Çağ’da olduğu gibi Platon’un taraftarı olan G. Pleton ile Arisoteles’in taraftarı olan II. Gennadios arasında bir tartışma kopmuştu [300]. Yine garip bir çift ile karşı karşıyayız: “Antikçağ” = Orta Çağ.
Araştırmacılar Aristoteles’in eserlerinin Avrupa’da ne zaman ve nasıl incelendiğinin tarihi ile sadece XIX. yüzyılda ilgilenmeye başlamıştı [300]. Yazdıklarına göre, “Aristoteles’in felsefesi DURGUNLUK VE SESSİZLİK İÇİNDEYDİ... ancak Hz. İsa’nın doğumunun üzerinden 1230 yıl geçtikten sonra... Latinler arasında yaygınlaşmıştır, [300]’den alıntı, s.230. Bu nedenle, çağdaş tarihçilerin, Orta Çağ yazarlarının çoğunlukla hiç görmedikleri kaynaklara atıf yapmak alışkanlığının olduğu yönündeki fikirlerini kaydedelim [333], s.117.
Orta Çağlar’da, “Realistler ile Adcılar arasındaki tartışmanın, bir yandan barbar bile denebilecek şeklinin altında iki ölümsüz okulun, yani İdealizm ve Ampirizm’in XII. yüzyılda YENİDEN DOĞUŞU saklanmıştır. Adcılık ve Realizm... Aristoteles ve Platon’un doktrinlerinin dünyaya İKİNCİ GELİŞİ ile kıyaslanabilir [335], s.167-168. Bunun yanı sıra, Aristoteles ve Platon’un eserlerinin orijinallerinin M.S. XII. yüzyılda Avrupa’da hâlâ tanınmış olmadığı varsayılır [335]. Henüz yazılmamış olması mümkün mü acaba?
Yine “Antikçağ” = “Orta Çağ” çiftiyle karşılaşıyoruz. XII-XIII. yüzyıllarda Paris’te, “Eski Çağ’ın dört ana felsefe sisteminden üçünün Orta Çağ biliminde temsilcilerinin olduğu” ortaya çıkmıştı [335], s.175. Realizm ile Adcılık arasındaki çatışma kuşkuculuğun meydana çıkmasına yol açmıştı... Yunanistan’da diğerlerinden sonra ortaya çıkmış olan ve ortaya çıkması o zaman kaçınılmaz gibi görünen bir sistemin daha... yani Mistisizm’in doğması gerekiyordu.” [335], s.175. Gerçekten bir süre sonra, Mistisizm Bonaventura tarafından yeniden diriltilmişti [335].
Böylece Orta Çağ felsefesinin evriminin ufak kronoloji detaylarında bile, “antik modelinin” canlandırılmasını görüyoruz. Bu bilgileri bir araya getirelim.
Orta Çağ | “Antikçağ” |
1. Realizm | 1. İdealizm |
2. Adcılık | 2. Ampirizm |
3. Platonizm’in “canlandırıcısı” Pleton | 3. Platonizm’in “kurucusu” Platon |
4. Aristotelesçilik’in “canlandırıcısı” II. Gennadios | 4. Aristotelesçilik’in “kurucusu” Aristoteles |
5. İki okul arasındaki mücadele | 5. İki okul arasındaki mücadele |
6. Pleton ile II. Gennadios arasındaki mücadele | 6. Platonistler ile Aristotelesçiler arasındaki mücadele |
7. Kuşkuculuk’un doğuşu | 7. Kuşkuculuk’un doğuşu |
8. İlk üç okuldan Mistisizm ortaya çıkıyor | 8. İlk üç okuldan Mistisizm ortaya çıkıyor |
9. Toplam: Dört ana Orta Çağ okulu | 9. Toplam: Dört ana “antik” okul. |
Altın Eşek’in güya “eski” elyazması bulunmadan çok önce, “eşek konusu” Orta Çağ trouverelerinin çalışmalarında çok detaylı bir şekilde araştırılmıştı [335]. Üstelik sadece Rönesans’ta ortaya çıkmış olan “eşeğin antik tarihi” bütün bu Orta Çağ döneminin doğal sonucudur. Burada genel bir olgu yer almaktadır. Orta Çağlar’da “eski antik orijinal eserler” bulunmadan çok önce, bütün güya “eski konular” ortaya çıkmakta ve daha aktif ve detaylı şekilde araştırılmaktaydı. Üstelik Rönesans’ta ortaya çıkan güya “eski orijinal eserler” kronoloji ve evrim sırası açısından Orta Çağ öncellerinin arkasından geliyor [335], s.142-143. “Eski” Ezop masalı bulunmadan çok önce Orta Çağlar’da, güya M.S. XI-XII. yüzyıllarda benzer konular işlenmekteydi [335].
Önemli bir nokta da, Eski Çağlar’da insanların çağdaş anlamda adlarının değil ilk önce telafuz edildiği dile makul şekilde çevrilebilecek LAKAPLARI’nın olmasıdır. Lakaplar insan özelliklerini nitelemekteydi. İnsanın ne kadar çok özelliği varsa ona o kadar çok lakap takılırdı. B.L. Smirnov bununla ilgili şunu yazmıştı: “Hiç anlamı olmayan isme seyrek rastlanır” [519], 6. cilt, s.526, notlar 126, 31. Ayrıca bkz. D. Frezer’in çalışmaları [917], [918], [919], [920]. Mesela, çeşitli vakanüvisler bir imparatora, ona şu ya da bu bölgede takılmış olan lakaplar vermişti. Sonuçta bir hükümdarın farklı vakayinamelerde farklı isimlerinin olması mümkündü.
Mısır firavunların taç giyme töreninden önceki ve sonraki isimleri de farklıydı. Ama tacı (üstelik farklı illerin taçlarını) hayatları boyunca birkaç kez giydikleri için isim sayıları hızlı artmıştı. Bu ad-lakapları genelde “güçlü”, “aydın” vs. olarak çevrilmektedir.
Mesela M.Ö. 169 yılında yaşayan Roma konsolosunun babasının güya 13 ismi, oğlunun ise 38 ismi varmış [872], s.101. Araştırmacılara göre, Kutsal Kitap’ta Allahın 94 ismi var [544], 6. cilt, s.978.
Rus tarihindeki durum da aynıydı. “Çar III. İvan’ın Timofey adı da vardı. Çar III. Vasiliy’nin Gavriil ismi vardı... (Uglich şehrinde öldürülmüş olan) Prens Dmitriy’nin Uar ismi vardı. Yani bir isimleri çar ismi, diğeri ise kilise ismiydi.” [586], s.22. Bu arada Uar herhalde sadece Çar demektir.
Bugünlerde öyle bir anlayış var ki, sanki Orta Çağlar’da “antik” isimlerden oldukça farklı olan isimler yaygınmış. Ancak metinlerin araştırılması “antik” isimlerin bütün Orta Çağ dönemi boyunca kullanıldığını gösteriyor. Mesela, güya M.S. 450 yılında ölmüş olan Sinalı
Nilus o zamanda yaşayan Orta Çağ keşişlerine mektup yazıyor. Bu keşişlerin Appolodorus, Amphiction, Atticus, Anaxagoras, Demosthenes, Asklepiodes, Aristocles, Aristarchus, Alciviades, Apollos vs. gibi açıkça “antik” isimleri vardı [836]. Bizans’ta XII-XIV. yüzyıllarda, bugün “son derece antik” sayılan çok isim vardı. Mesela aşağıda Orta Çağ döneminde yaşayan Georgius Phrantz tarafından “Tarih”inde (M.S. 1258-1476 yılları) [1344] kullanılmış olan isimleri yazdık. Antioch, Argo, Amorius, Hermetian, Demetrios, Dionysius, Dioscorus, Epidaurus, Calliope, Cleope, Kritopulos, Laconicus, Macrobius, Minos vs. Bunlar açıkça “antik” isimlerdir. Ancak gördüğümüz gibi, bu isimler XIII-XV. yüzyıllarda yaşayan insanlara aitti.
Elyazması, kitap basmacılığı başladıktan sonra da uzun süre yaşamıştır. Elyazması kitaplar XV-XVIII. yüzyıllarda bol bol üretilmişti. Bu durum bütün Avrupa’da görülmüştü [740], s.13,25. Balkanlar’da XIX. yüzyılda bile elyazması kitaplar kitap basmacılığıyla başarılı bir şekilde rekabet etmekteydi [740], с.26. Birkaç istisna dışında hemen hemen tüm İrlanda edebiyatı “sadece elyazması kitaplar şeklinde” mevcuttur [740], s.28’daki alıntılara bakınız. M.S. 1500 yılına kadar basılan bütün kitapların yüzde 77’si güya Latince basılmıştır. Herhalde Latin puntosunun üretilmesi kolaydı. Başka dillerin basım faaliyetlerine geçişi çok yavaş gerçekleşiyordu. Satırın üstünde bulunan vurgu vs. gibi işaretlerin üretim teknolojisi oldukça zordu. Bundan dolayı kitap basımı başladıktan yüzlerce yıl (!) sonra bile “Yunanca, Arapça ve İbranice’de yazılmış olan elyazmalarının mübeyyizlerinin rakibi yoktu” [740], s.57.
Dolayısıyla, bugün “çok eski” sayılan, mesela Yunan, Arap ve Yahudi dilleri gibi dillerde yazılmış olan birçok elyazmasının gerçekten kitap basmacılığı döneminde yapılmış olması mümkündür. Çok “antik” klasik metinlerin de, Tischendorf’un Kutsal Kitap yazmalarının vs. böyle olması olanaklıdır. “Kutsal Kitap Rusya’sı”, 2. bölüme bakınız.
Yunanistan’da kitap basmacılığı döneminde çok sayıda elyazmasının olduğu ortaya çıkıyor! Yani bugünlerde çok “antik” sayılan, dünyaya birçok Eski Çağ elyazmasını hediye etmiş olan memleket söz konusu. Tarihçiler “Yunanistan’da basımevlerinin olmaması sebebiyle KİTAPLAR ELLE KOPYALANMIŞTI.” diye bildiriyor [740], s.106. Acaba XV- XIX. yüzyıllardaki bu tür elyazması kitaplardan kaçına sonradan “antik” denilmişti?
Bunlar paleografik tarihleme (yani eski yazılara göre tarihin tespiti) denilen fikrin altında sağlam bir temelin olmadığını açıkça gösteren bilgilerdir. “Antik yazarların metinlerini içeren muhteşem Yunan yazmalarının, hümanist ve koleksiyoncu bilim ve sanat koruyucuları tarafından yaptırıldığı” ortaya çıkıyor [740], s.109. Sorumuzu tekrarlayalım: Acaba elyazması kitaplardan kaçına sonradan “çok eski” denilmişti?
Bu arada, kitap basmacılığı dönemine ait olan ve “antik” olarak satılan bu tür geç elyazmalarını tespit etmek için bir yöntem önerebiliriz. Elyazması metindeki yanlışlıkları basılı yayınlardaki yanlışlarla karşılaştırmak gerekir. Mesele şudur ki, mübeyyizler basılı kitapların kopyalarını yazarken, onları elle kâğıda çekerken muhtemelen yanlışlıkların çoğunu da kopya ediyorlardı.
Skaliger kronolojisinin temelleri yazılı kaynakların araştırılması suretiyle tespit edilmiştir. Gördüğümüz gibi, bu tarihlemelerin önsel hipotezlerle sınırlanmamış olan yeniden analizi ortaya ciddi çelişkiler çıkarıyor.