BÖLÜM 1.
TARİHSEL KRONOLOJİNİN SORUNLARI
15. RADYOKARBON TARİHLEMELERİ GÜVENİLİR Mİ?
15.1. “Antik Çağ” Ve Orta Çağ Dönemlerine Ve Çağdaş Zamana Ait Olan Eşyaların Radyokarbon Tarihlemelerinin Karmakarışık Dağılımı
## Libby’nin İlk Fikri. İlk Başarısızlıklar
“Antik” eserlerin bağımsız tarihlenmesi iddiasında olan en yaygın yöntemin radyokarbon yöntemi olduğu kabul edilmektedir. Ancak radyokarbon tarihleri biriktikçe bu yöntemin uygulanmasında ciddi zorluklar ortaya çıkmıştır. Bu arada A. Oleynikov’un yazdığı gibi, “bir başka sorunu detaylı şekilde düşünmek zorunda kaldık. Atmosferden geçen ışınımların yoğunluğu birçok kozmik sebepten dolayı değişmektedir. Demek ki, oluşan radyoaktif karbon izotopu miktarı zaman içinde değişmelidir. Onun sayımını yapabilecek yöntemi bulmak gerekmektedir. Ayrıca, gelişmenin, ulaşım yollarının ve sanayi tesislerinin yoğun ağını sağlamasından beri, ağaç, taşkömürü, petrol, turba, bitümlü şistler ve bunların ürünlerinin yakılması sonucunda oluşan karbon atmosfere sürekli olarak büyük miktarda salınmaktadır. Bu atmosfer karbonu kaynağı, radyoaktif izotopu miktarının artmasını nasıl etkilemektedir? Gerçek yaşın saptanmasını sağlamak için atmosferin içindekilerinin son bin yıl boyunca değişimlerini yansıtan karmaşık düzeltmelerin hesaplanması gerekmektedir. BU BELİRSİZLİKLER BAZI TEKNİK GÜÇLÜKLER İLE BİRLİKTE, KARBON YÖNTEMİYLE SAPTANMIŞ OLAN BİRÇOK TARİHLEMENİN DOĞRULUĞUNDAN ŞÜPHE EDİLMESİNE YOL AÇMIŞTIR.” [616], S.103.
Yöntemi icat eden U.F. Libby tarihçi olmadığı için Skaliger tarihlemelerinin doğru olduğundan tamamen emindi. Kitabından, radyokarbon yönteminin Skaliger tarihlemelerine göre ayarlanmış olduğu bellidir. Fakat arkeolog Vladimir Miloicic bu yöntemin 1000-2000 yıllık hata verdiğini ve eski eşyaları “bağımsız” olarak tarihlerken, tarihçilerin önerdiği tarihlemenin peşine kul gibi düştüğünü inandırıcı bir şekilde göstermişti. Dolayısıyla bu yöntemi “doğruladığını” söylemek imkânsız [391], s.94-95.
Bazı öğretici ayrıntıları gösterelim. Yukarıda söylenmiş olduğu gibi, U.F. Libby Eski Çağ olaylarına yönelik Skaliger tarihlemelerinin doğru olduğundan apriori emindi. “Tarihçilerle Eski Roma ve Eski Mısır konusunda ayrılıklarımız yoktu. BU DÖNEMLE İLGİLİ PEK ARAŞTIRMA YAPMADIK (! – A.F.) çünkü arkeologlar bu kronolojiyi bizim onu tespit edebildiğimizden genel olarak daha iyi bilirler. Dolayısıyla (bu arada radyokarbon ölçümü sürecinde yok edilen, yakılan – A.F.) numuneleri emrimize vererek bize aslında hizmette bulundular.” diye yazmıştı [478], с.24.
U.F. Libby’nin bu itirafı Skaliger kronolojisinin zorluklarını, Libby’nin bize açıkça söylediği gibi, “pek araştırma yapılmayan” bölge ve dönemler için açığa çıkarmasından ötürü çok anlamlıdır.
Skaliger arkeologlarının, radyokarbon yönteminin Skaliger tarihinin güya “güvenilir dönemlerine” girdiğini isteksizce kabul ettiklerini görüyoruz. Burada “yanlış bir şey” bulursa ne olur? Skaliger’e göre bile yazılı belgelerin olmadığı Skaliger tarihi dışında ise buyrun kullanın. Burada yönteminizden hiç korkmuyoruz.
Her şeye rağmen az sayıda yapılmış olan “Antikçağ”a yönelik denetim ölçümleri ile ilgili durum şöyledir: U.F. Libby şunu belirtiyor. Mesela, J.H. Breasted’in Mısır koleksiyonunun radyokarbon tarihlenmesi sırasında “araştırdığımız üçüncü eşyanın çağdaş döneme ait olduğu ortaya çıkmıştı! Bu,.. V. hanedana... (yani M.Ö. 2563-2423 yılları, yani yaklaşık 4 bin yıl önce – A.F.) ait olduğu düşünülen buluntulardan biriydi. EVET, BU ÇOK AĞIR BİR DARBEYDİ.” [478], s.24.
Ama niye buna “ağır darbe” demişti? Fizikçiler gerçeği bulup Mısır numunesinin onlardan önce önerilmiş olan tarihlenmesinin doğru olmadığını göstermişti ki. Bunun ne kötü tarafı var ki?
Kötü olan, Skaliger kronolojisinin tehlikeye düşmüş olmasıydı. U.F. Libby’nin “bu minval üzere” devam etmesi “Eski Mısır tarihini lekelemesine” yol açacaktı.
İhtiyatsızca çağdaş dediği bu eşyadan vazgeçilmesi gerekiyordu. BU NUMUNE SAHTE SAYILMIŞTI [478], s.24. Bu da gayet doğaldır. Arkeologlar “eski” Mısır buluntusunun gerçekte M.S. XVI-XVII. yüzyıllardan (yöntemin kesinliğini göz önünde bulundurarak) daha önceki döneme ait olmadığını kabullenememişlerdi ki.
“(Yöntemin taraftarları – A.F.) temel varsayımlarını kanıtlamak için kesinliği düşük, yorumlanışı belirsiz, tek kanıtı ise referans noktası olarak kullanılan ve yaşı önceden bilinen eşyaların radyokarbon saptamaları olan bir dizi dolaylı ispat, fikir ve hesaplama gösteriyorlar... Ancak tarihsel eşyaların referans tarihlenmeleri söz konusu olur olmaz, herkes ilk denemelere yani SAYICA AZ (! - A.F.) EŞYA DİZİSİNE atıfta bulunur.” [391], s.104.
U.F. Libby’nin vurguladığı gibi, tarihlemelerde, aşağıda işaret edilmiş olan, beceriksizce sahtekârlık “denilen” binlerce yıllık aykırılıkları göz önunde bulundurarak, geniş referans istatistiğinin yok olması yöntemin ilgilendiğimiz, yani yüzyılımızdan 1-2 bin yıl geriye uzanan zaman aralığında uygulama imkânını şüpheye düşürür. Mamafih bu, yöntemin birkaç bin yıllık hataların önemsiz olduğu jeolojinin amaçları için uygulanmasını engellemez.
U.F. Libby, “Ancak bizim zamanımızdan 3700 yıl uzakta olan döneme ait olan ve yardımlarıyla yöntemin kesinliğini ve güvenirliğini kontrol edebildiğimiz malzemelerin kıtlığı yoktu.” diye yazmıştı [478], s.24-25. Ancak burada, bu dönemlerin tarihlenmiş yazılı kaynakları olmayınca radyokarbon tarihlemeleri ile KIYASLANACAK BİR ŞEY YOK. U.F. Libby, “Benim tanıdığım tarihçiler (tarihlemelerin – A.F.) son 3750 yıl içinde doğru olduğunu garanti etmeye hazırlar. Ancak daha eski olaylardan konuşulurken bütün garantileri yok olup gidiyor.” diye sözlerine devam ediyor [478], s.24-25.
Başka bir deyişle, radyokarbon yöntemi, alınmış olan sonuçların başka bağımsız yöntemlerle kontrol edilmesinin – tanrıya şükür - zor ya da hemen hemen imkânsız olduğu alanlarda geniş bir şekilde kullanılmıştı.
“Romanya’da bulunan, üzerinde yazılar olan üç tabletin radyokarbon yöntemiyle tarihlenmesi arkeologları heyecan verici bir muamma ile karşı karşıya bırakmıştı... İçinde tabletlerin bulunduğu külün radyokarbon yöntemiyle tarihlenmesi yaşlarının en az 6000 yıl olduğunu göstermişti. Yazının, Sümerlerin gelişmiş şehir uygarlığında değil, taş devrinden yeni çıkan Avrupa köy topluluğunda bulunmuş olması mümkün müydü? (coşkun hayal güçleri için ne büyük bir alan var! – A.F.). Bilim adamları buna pek az ihtimal veriyorlar... Yazının bulunması ile ilgili bütün var olan fikirleri çürütüyormuş gibi görünen bu buluntuyu açıklamaya çalışan çok sayıda teori ileri sürülmüştü. Radyokarbon yönteminin bilimselliğinden şüphelenmeyen bazı arkeologlar YÖNTEMDE HÂLÂ BİLİNMEYEN EFEKTLERİN DOĞURDUĞU BÜYÜK HATALAR OLMASI İHTİMALİNİN BULUNDUĞU yönünde tahminler yürütmüştü.” [478], с.29.
Ama belki yöntemin bu hataları, ne de olsa, o kadar büyük olmadığı için, numunelerin bizim çağımızdan 2-3 bin yıllık zaman aralığı için “geriye” uzanan en azından kaba tarihlenmesini engellemez mi? Ancak durumun çok daha ciddi olduğu ortaya çıktı. Radyokarbon tarihlemesinin hataları çok büyük ve düzensiz. Bunların büyüklükleri zamanımız ve Orta Çağ’a ait olan eşyaların tarihlenmesinde 1-2 bin yıla kadar çıkabiliyor, aşağıya bakınız.
1984 yılında “Teknik ve Bilim” (“Technika i nauka”) Dergisi, 1984, sayı 3, s.9, Edinbourgh ve Stockholm’deki sempozyumlarda başlayan, radyokarbon yöntemi konusundaki tartışmanın sonuçlarını bildirmişti. “Edinbourgh’ta, tarihleme hatalarının 600 yıldan 1800 yıla kadar olduğu yüzlerce (!) araştırmanın örnekleri gösterildi. Stockholm’deki bilim adamları, radyokarbon yönteminin özellikle bizden 4000 yıl uzak olan döneme ait Eski Mısır’ın tarihini çarpıttığından yakınıyordu. Başka olaylar da var, mesela Balkan uygarlıklarının tarihiyle ilgili olaylar... Uzmanlar bir ağızdan, radyokarbon yönteminin kalibrasyonu olmadığı için henüz güvenilir olmadığını ve takvim cetvelinde doğru verileri vermediği için kalibrasyonu olmadan kullanılamayacağını bildiriyordu..”
## Radyokarbon Yönteminin Arkeolojik Numunelerde Uygulanmasının Sonuçlarına Yönelik Eleştiri
L.S. Klein’in yazdığına göre, radyokarbon tarihlemeleri “bazı arkeologları şaşkınlığa düşürmüştü. Onlardan kimileri ayırdedici hayranlıkla... fizikçilerin öğütlerini kabul etmişti... Bu arkeologlar kronoloji krokilerini yeniden kuruvermişti (o halde bu, krokilerin çok sağlam kurulmadığı anlamına gelmiyor mu? - A.F.)... Arkeologlar arasında radyokarbon yöntemine ilk karşı çıkan Vladimir Miloicic idi. O hem radyokarbon tarihlemelerinin pratik uygulamasını hem de... fiziksel yöntemin kuramsal önkoşullarını sert bir şekilde eleştirmişti... V. Miloicic çağdaş numunelerin özel ölçüm sonuçlarını etalon olan ortalama rakamlarla karşılaştırarak şüpheciliğini bir seri parlak örnek şeklinde emellendirmişti.
HAYATTA OLAN Amerika yumuşakçasının radyoaktifliği 13,8 olan kabuğunu, mutlak norm (15,3) olan ortalama rakamla karşılaştırırsak bugün (yıllara çevrildikten sonra) artık oldukça yaşlı olduğu, daha doğrusu yaklaşık 1200 yaşında olduğu sonucuna ulaşırız! ÇİÇEKLERİ AÇAN yaban Kuzey Afrika gülü (radyoaktifliği 14,7), fizikçiler için 360 yıldan beri ölüdür... Radyoaktifliği 16,31 olan Avustralya okaliptüsü onlar için henüz “dünyaya gelmemiştir” ve ancak 600 yıl sonra VAR OLACAKTIR. Florida’dan radyoaktifliği 17,4 olan bir kabuk ancak 1080 yıl sonra “meydana gelecektir”...
Ancak geçmişte radyoaktiflik bugünden daha düzenli yaygınlaşmadığından, benzer salıntı ve hataların Eski Çağ eşyaları için olanaklı olduğu kabul edilmelidir. Sizlere görsel olguları sunalım: Orta Çağ altarının Heidelberg’teki radyokarbon tarihlemesi... altarın tamiri için kullanılmış olan ağacın henüz yetişmediğini göstermişti!... Velt Mağarası’nda (İran) en altta bulunan tabakalar M.Ö. 6054 (artı-eksi 415 yıl) ve 6595 (artı-eksi 500 yıl) yılları ile tarihlenmiştir. Böylelikle bu tabakaların sırasının ters olduğu ortaya çıkıyor, yani yukarıdaki tabakanın yaşı aşağıdaki tabakanın yaşından 2556 yıl büyükmüş! Bunun gibi çok örnek verilebilir...” [391], s.94-95.
Demek ki radyokarbon tarihleme yöntemi ancak yaşları birkaç on bin yıl olan eşyaların kaba tarihlenmesi için kullanılabilir. Yaşları bir-iki bin yıl olan numunelerin tarihlenmesi sırasında ortaya çıkabilen hatalar bu yaşın kendisi kadar olabilir. Yani, bazen yaklaşık bin iki bin yıla ulaşır ve hatta bu rakamları aşabilir.
Radyokarbon yöntemi kullanılarak HAYATTA OLAN yumuşakçalar “tarihlenmişti”. Araştırmanın sonuçları şunu göstermiştir: “Yaşları” güya 2300 yıl. Saçmalık.
Bu veriler "Science" dergisinde yayımlanmıştır, sayı 130, 11 Aralık 1959 tarihinde. Bu olayda radyokarbon tarihleme yönteminin hatası İKİ BİN ÜÇ YÜZ YILDIR.
Nispeten yakın geçmişte, yani yaklaşık 1970-1971 yıllarında gerçekleştirilen radyokarbon tarihleme uygulamasının birkaç parlak örneği daha aşağıdadır:
# 7 Mart 1970 tarihli “Nature” dergisinde, sayı 225, amacı bir İngiliz şatosundan alınan harçtaki karbon 14 miktarını öğrenmek olan bir araştırma yapıldığı bildiriliyor. Şatonun 738 yıl önce inşa edildiği biliniyor. Radyokarbon tarihlemesine göre “yaşı” güya 7370 yıl. “Radyokarbon yönteminin” hatası ALTI BUÇUK BİN YILDIR. Kesinliği 10 yıl kadar olan tarihi vermenin ne anlamı var ki?
# Karbon 14 miktarına göre YENİ öldürülen foklar “tarihlenmişti”. “Yaşları” 1300 yıl olarak saptanmıştı. “Yöntemin” hatası BİN ÜÇ YÜZ YILDIR. Sadece 30 yıl önce ölen fokların mumyalaştırılmış cesetlerinin yaşı güya 4600 yıl olarak saptanmıştı. Burada DÖRT BUÇUK BİN YILLIK hata var. Bu sonuçlar 1971 tarihli “Antarctic Journal of the United States” dergisinde, sayı 6, yayımlanmıştı.
Bu örneklerdeki radyokarbon “tarihlemesi” eşyaların yaşını binlerce yıl artırıyor. Gördüğümüz gibi, radyokarbon “tarihlemesinin” yaşı indirmekle kalmayıp eşyayı uzak geleceğe götürdüğü ters durumlar da bulunmaktadır.
Dolayısıyla radyokarbon “tarihlemesinin” birçok olayda Orta Çağ eşyalarını suni olarak çok eski çağlara çekmesinde şaşırtıcı bir şey yok.
L.S. Klein’in çalışmasına dönelim. “Miloicic, radyokarbon ölçümlerinin fizikçi ve “müşterileri” olan arkeologlar tarafından yapılan “eleştirel” düzeltmelerinden nihayet vazgeçip sonuçların yayınlanması aşamasındaki “eleştirel” sansürü iptal etmeye çağırıyor. Miloicic fizikçilerden, arkeologların bir sebepten dolayı inanılmaz gördükleri tarihleri kaldırmayıp, eleme yapmadan bütün sonuçları, bütün ölçümleri yayımlamalarını rica ediyor.
Miloicic, arkeologları, FİZİKÇİLERİN buluntunun (radyokarbon belirlenmesi yapmadan önce) yaklaşık yaşı hakkındaki İLK BİLGİ EDİNME alışkanlığına son vermelerine ve rakamlarını yayımlamadan önce buluntu ile ilgili bir bilgi sunmamalarına ikna etmeye çalışıyor! Aksi takdirde kaç radyokarbon tarihinin güvenilir tarihlere uyduğunu saptamak imkânsızdır, yani yöntemin doğruluk derecesini anlamak mümkün değildir. Ayrıca böyle “düzeltmeler” yapılırken araştırmacıların subjektif görüşleri, başta, elde edilmiş olan kronoloji krokisinin çehresi olmak üzere, tarihleme sonuçlarını etkiliyor.
Böylece, mesela, arkeolog Begger’in uzun zaman içinde (Avrupa’nın - A.F.) kısa kronolojisine bağlı kaldığı Gröningen şehrinde radyokarbon tarihleri “bir sebepten dolayı” düşük olurken, Schwabedissen ve başkalarının çoktandır uzun kronolojiye bağlı kaldıkları Schleswig ve Heidelberg şehirlerinde benzer malzemelerin radyokarbon tarihleri çok daha yüksek çıkıyor.” diye yazıyor [391], s.94-95.
Kanaatimizce, burada bir yorum gerekmez. Görünüm apaçık.
Bize, son zamanlarda radyokarbon yönteminin iyice geliştirildikten sonra şimdi “doğru olmuş” olduğunu söyleyebilirler.
Belki bu, teorik ve ölçüm kısımları açısından gerçektir. Ancak bahis konusu bu geliştirilmiş yöntem, bugün “antik numunelerin” tarihlenmesi için arkeolojik uygulamada kullanılıyor mu? Hem de sonuçta ne elde ediyoruz? Yeni elde edilmiş olan radyokarbon tarihlemeleri Skaliger kronolojisiyle uyuşuyor mu? Oldukça “yeni bir örneği” sunalım.
15.2. Torino Kefeninin Tarihlenmesi
1988 yılında ünlü, kutsal bilinen Hristiyan nesnesi Torino Kefeni’nin radyokarbon tarihlenmesi ile ilgili haber geniş yankılar uyandırmıştı, bkz. рис.1.69, рис.1.69a, рис.1.70, рис.1.70a, рис.1.71, рис.1.71a. Geleneksel versiyona göre, bu kumaş parçasının üzerinde çarmıha gerilmiş olan İsa’nın vücudunun izleri var, güya M.S. I. yüzyıl. Yani kumaşın yaşı güya yaklaşık iki bin yıldır. ANCAK RADYOKARBON TARİHLEMESİNE GÖRE bambaşka bir tarih çıkmıştı: M.S. AŞAĞI YUKARI XI-XIII. yüzyıllar. Radyokarbon araştırması, Oxford Üniversitesi, Arizona Eyalet Üniversitesi ve Zürih’teki İsviçre Teknoloji Enstitüsü’nün laboratuvarında yapılmıştı [769], s.80.
Özel, bilimsel [1055] kitabında, Torino Kefeni’nin malzemesinin radyokarbon tarihlenmesine dayanarak, Kefen’in yapılmış olduğu keten kumaşın M.S. 1050 ile 1350 yılları arasında üretildiği ileri sürülüyor [1055], s.141. Üstelik [1055] kitabının yazarları Kefen’in Oxford laboratuvarında yapılan radyokarbon araştırmasına atıfta bulunuyorlar [1055], с.140. Arizona ve Zürih laboratuvarlarına göre tarihler daha geç, daha doğrusu 1304 yılı (eksi-artı 31 yıl) ve 1274 yılı (eksi-artı 27 yıl) [769], s.82.
“Slavların Kralı” kitabımızda, Kefen’in radyokarbon tarihlenmesini ayrıntılı bir şekilde anlatıyoruz. Meğer gerçekten en olanaklı olan tarih XII. yüzyılın ikinci yarısıymış.
Kefen’in XI-XIII. yüzyıllarla tarihlenmesi insanların çoğunu şoke ediyor. “1988 yılının Eylül ayında… araştırmanın, KEFEN XI. YÜZYIL İLE TARİHLENMİŞ OLSA BİLE, KEFEN’İN KUMAŞININ YAPILIŞINI, İSA’NIN DÜŞÜNÜLEN VEFAT TARİHİNDEN BİN YIL SONRAKİ DÖNEMLE KESİNLİKLE TARİHLEDİĞİ haberi ortaya çıkmıştı.” [46], s.25. Sonra ise yazar bu tarihleme konusundaki tartışmayı bırakıp Kefen’deki İsa’nın tasvirinin gerçek olup olmadığından bahsetmeye başlıyor.
Ne oluyor ki? Tabii ki akla aşağıdaki sonuçlar geliyor:
1) Ya Torino Kefeni bir taklit;
2) Ya radyokarbon tarihlemesinin hataları yüzlerce hatta binlerce yıl;
3) Ya da Torino Kefeni orijinaldir. Ancak M.S. I. yüzyıl ile değil, M.S. XI-XIII. yüzyıllarla tarihlenmektedir. Fakat o zaman başka bir soru ortaya çıkıyor: İsa hangi yüzyılda yaşamıştı? Gerçekten XII. yüzyılda yaşamış olabilir mi?
“Slavların Kralı” kitabında gösterdiğimiz gibi, Kefen’in XII. yüzyılın ortasına ait olan radyokarbon tarihlenmesi İsa’nın hayatına dair elde ettiğimiz başka bağımsız tarihlemeleriyle uyuşuyor. Bunlar şöyledir: Galiba 1152 yılında doğmuş ve Çar-Grad’da 1185 yılında çarmıha gerilmiş. Burada söyleyelim ki, radyokarbon tarihlemeleri konusundaki tutumumuz gayet eleştirel (Bunun sebeplerini aşağıda ayrıntılı bir şekilde anlatacağız). Ancak Kefen’in tarihlenmesi durumu biraz farklı. (Kefen’in toplum için büyük önemi nedeniyle) Birkaç farklı laboratuvar, kumaşının parçalarını bağımsız olarak tarihlemiştir. Bu, onlara belirli bir güvenle dayanmamıza izin veriyor.
Torino Kefeni’nin XI-XIII. yüzyıllarla radyokarbon tarihlenmesi tarihçiler arasında büyük bir endişe uyandırmıştır. Bu sonuca itiraz etmeye yönelik teşebbüsler ortaya çıkmaya başlamıştır. İTAR-TASS haber ajansının muhabiri A. Agureev 1998 yılında New York’tan (bu haber 4 Nisan 1998 tarihinde “Gudok” gazetesinde yayımlanmıştır) Kefen’in radyokarbon tarihlenmesinin Kutsal Kitap’taki efsanelere “tümüyle aykırı olduğunu bildirmiştir. Ancak Teksas Üniversitesi bilim adamlarının fikirlerine göre, İtalyan meslektaşları radyokarbon araştırma sistemini uygulamamalıydı.” Mesele güya şudur ki, Kefen’in XI-XIII. yüzyıllarda, radyokarbon tarihlemesini çarpıtabilen bir “mantarla kaplanmış” olması mümkün olabilirdi. “Ancak bilim adamlarının, Katolik Kilisesi daha çok numune vermekten vazgeçmekle kalmayıp, ellerindekileri de geri vermelerini talep ettiği için, sonraki araştırmaları yapma imkânları yok.” (aynı kaynağa bakınız.)
Torino Kefeni’nin radyokarbon tarihlenmesi İsa’nın hayatının Skaliger tarihlenmesine kesinlikle aykırı olan sonuçları verdiği için radyokarbon yöntemi yine kamuoyunun dikkatini çekmişti. Bu nedenle, Torino Kefeni’nin Skaliger tarihlenmesini savunmak amacıyla, tarih kronolojisinin hedefleri için radyokarbon tarihlemesi fikrinin pratik uygulamasının doğruluğundan duyulan, zaten çok büyük şüpheleri artıran yeni önemli olgular ilan edilmişti. Hazreti İsa’nın hayatının Skaliger tarihleme versiyonunun taraftarlarının bu konuda topladığı eleştirel belgeleri sunalım [358]. 1998 tarihli yayın [358] büyük bilim adamı ve jeolog, profesör ve bilim doktoru olan Peder Gleb Kaleda’ya aittir. Ayrıca eleştirel belgeleri [717]’de bulabilirsiniz.
Gezegen çapında ya da lokal olarak C14 ’ün atmosferde, hidrosferde ve bitkisel ya da başka dokulardaki miktarını etkileyen ve şu haliyle radyokarbon yönteminin kronolojideki kullanımını karmaşık bir hale sokan bir sürü faktör var.
a) Suni ya da doğal ışınım. Nükleer ve termonükleer reaksiyonlarda serbest bırakılmış
olan nötronlar, uzay ışınları gibi N14’ü etkileyerek onu radyokarbon C14’e dönüştürüyor.
1956 yılından 1963 yılının Ağustos ayına kadar atmosferdeki C14 ’ ün miktarı İKİ KAT
artmıştır. C14 ’ÜN ANİ ARTIŞI 1962 yılındaki termonükleer patlamalardan sonra başlamıştır.
...
d) L.D. Sulerjitskiy ve V.V. Çerdantsev volkanik gazların çıkış alanlarının C14’ün izafi miktarını etkilediğini bildirmişlerdi [717]...
Yaşın radyokronolojik yöntemlere göre hesaplanması bazen gerçekten var olan bütün jeolojik ve paleontolojik verilere aykırı olan saçma sonuçlar verir. Böyle olaylarda “mutlak kronolojinin” elde edilmiş olan rakamları kesin olmayan rakamlar olarak dikkate alınmalıdır. BAZEN FARKLI RADYOİZOTOP YÖNTEMLERİYLE YAPILAN JEOKRONOLOJİK BELİRLEMELERİN AYKIRILIKLARI ON KATI DEĞERE ULAŞABİLİR.
1989 yılında Britanya Bilim ve Teknik Konseyi tarafından radyokarbon yönteminin doğruluğunun denetlendiği bir araştırma yürütülmüştü (Bkz. New Scientists Dergisi, 1989, 8). Bu yöntemin doğruluğunu değerlendirmeye farklı ülkelerden 38 laboratuvarın katılması sağlanmıştı. Bunlara, yaşları denemeye katılan araştırmacılar tarafından bilinmeyen, sadece denemenin organizatörleri tarafından bilinen ağaç, turba ve karbonat numuneleri verilmişti. Tatmin edici sonuçlar (otuz sekizden! -A.F.) sadece 7 laboratuvarda alınmıştı. KALANLARIN HATALARI İKİ, ÜÇ VE FAZLA KATI DEĞERE ULAŞMIŞTI. Farklı araştırmacılar tarafından elde edilen veriler karşılaştırıldığında ve belirlemenin çeşitli teknoloji varyasyonları kullanıldığında, yaş belirlemedeki hataların önceden düşünüldüğü gibi sadece radyoaktif numunenin belirlenmesindeki yanlışlıklarla değil, numunenin araştırmaya hazırlık teknolojisi ile de ilgili olduğu belli olmuştu. Numune ısındığı takdirde ya da ön kimyasal işlemin kimi usullerini gördüğü takdirde, teşhiste çarpıtmalar ortaya çıkıyordu. BÜTÜN BUNLAR RADYOKARBON YÖNTEMİNE GÖRE YAPILAN YAŞ HESAPLAMALARINI İHTİYATLA KABUL ETMEMİZ GEREKTİĞİNİ VURGULAMAKTADIR.” [358], s.14-16.
Bunun üstünden çok zaman geçmeden, 1997 yılında Alman yazarları Christian Blöss ve Hans-Ulrich Niemitz’in etkileyici “C14’ün Çöküşü” adlı kitabı çıkmıştır [1038]. Yazarlar RADYOKARBON YÖNTEMİNİN ŞİMDİKİ HALİYLE, TARİH EŞYALARININ MUTLAK TARİHLENMELERİ İÇİN DAYANAK OLARAK KULLANILAMAYACAĞINI inandırıcı bir şekilde gösteren çağdaş malzemeyi büyük miktarda toplamışlardı.
Bu konuda [1491] bültenine de bakılabilir. Bu bültende, 1991-1995 yıllarının aşağıdaki enteresan eleştirel çalışmaları yayınlanmıştır:
a) Christian Blöss und Hans-Ulrich Niemitz (1996), “Der Selbstbetrugvon C14- Methode und Dendrochronologie”.
b) Hans-Ulrich Niemitz(1995), “Die “magic dates” und “secret procedures” der Dendrochronologie”.
c) Heribert Illig (1991), “Dendrochronologische Zirkelschüsse”.
Gördüğümüz gibi, radyokarbon tarihlemesi, galiba, sadece yaşlarının onlarca ya da yüzlerce bin yıla kadar olduğu çok eski eşyaların araştırılmasında bir derecede etkindir. Bu durumda, yönteme zaten özgü olan binlerce yıllık büyük hatalar muhtemelen o kadar önemli olmayacaktır. Ancak her şeye rağmen, bütün bunlar yeterince açık değildir. Fakat biz yöntemin, yaşları iki bin yılı (bu tarihî dönem yazılı uygarlığın gerçek kronolojisini yeniden kurmak için en ilginç olan dönemdir) aşmayan eşyaların tarihlenmesi için mekanik uygulanmasını, yaşları kesinlikle bilinen eşyaların ayrıntılı ön istatistik ve kalibrasyon araştırmalarını yapmadan imkânsız görüyoruz. Bildiğimiz kadarıyla, bu şekilde karşılaştırmalı “tarihsel radyokarbon” istatistiği şimdiye kadar tutulmamıştır. Üstelik yöntemin doğruluğunun istenen sınırlara kadar, en azından genel olarak yükseltilmesinin mümkün olup olmadığı hakkında hiçbir bilgi bulunmamaktadır, [718]’e de bakınız.
Tarihlemenin başka fiziksel yöntemleri de vardır. Fakat maalesef, hem uygulama alanları radyokarbon yönteminin alanından çok daha dar hem de doğrulukları ilgilendiğimiz tarihi dönemler için yeterli değil. Bizim yüzyılımızın başlangıcında yaşın, mesela binaların rötresi ya da sütünlerin deformasyon derecesine göre ölçülmesi önerilmişti. Ancak bu fikir, hem bu yöntemin nasıl kalibre edildiği hem de rötre ve deformasyon hızlarının gerçekte nasıl değerlendirildiği hiç anlaşılmadığı için hâlâ gerçekleştirilmemiştir.
Daha sonra, seramiğin tarihlenmesi için iki yöntem teklif edilmişti. Bunlar arkeomagnetik ve termofloresan yöntemleridir. Fakat burada kalibrasyonun kendi zorlukları var. Bu yöntemlerle, mesela Doğu Avrupa’daki arkeolojik tarihlemeler birçok sebepten dolayı Orta Çağ dönemiyle sınırlanıyor.
Bir dakika için Torino Kefeni’ne dönelim. Burada, bir ihtimalle kefenin üzerinde yer alan insan tasviri ile ilgili düşüncemizi aşağıda açıklayalım. Bu kumaşa, tahnit edilmiş olan bedenin gerçekten sarılması mümkün olabilir. Bir zamanlar, kumaş ona çok sıkı bir biçimde dokunuyordu. Hatırlatalım ki beden, “Eski Mısır”da, tahnit süreci sırasında kumaşla birkaç kat sımsıkı sarılıyordu. Üstelik kumaş özel eriyiklerle tahnitlenmişti. Sonuçta bir süre sonra, kumaşta “bedenin izi” pekâlâ ortaya çıkabilirdi. Sonra ise bir sebepten dolayı, kumaş alınıp özenle saklanmıştı. Ayrıntılar için “Slavların Kralı” kitabımıza bakınız.
Daha yeni verileri sunalım. 2008 yılında radyokarbon tarihleme uzmanları L. Sulerjitskiy ve B. Pokrovskiy’nin verdikleri demeç gözümüze ilişmişti (tüm Rusya çapında yayımlanan 08-14.09.2008 tarihli “Versiya” gazetesi, sayı 34(159), s.18). Demecin başlığı şöyle idi: “Mamutların Yurdu. Fosiller Rusya’da Roma İmparatorluğu Zamanında Yaşamıştı”. Demeçte şöyle bildiriliyordu: “Radyokarbon tarihleme laboratuvarının kurucusu ve ilk yöneticisi olan Leopold Sulerjitskiy’e ülkemizdeki radyokarbon araştırmalarının babası derler... İnsanlık tarihindeki en genç mamutu asıl bulan odur. Muhabir: Okuldaki tarih derslerinden, mamutların küresel ısınma sonucunda Milattan Önceki zaman döneminde öldüğünü öğrendik. Cevap: Bu tam da öyle değil. Ülkemizin kuzeyinde Vrangel adasında bulunmuş olan mamutlar çok “genç”... Kemiklerini benim tarihlediğim en “genci” 2700 yıl önce yaşamış. Önceleri buna dünyada kimse inanmamıştı.” (s.18).
Bir taraftan L. Sulerjitskiy, yaşları yaklaşık bin yıl olan numunelerde uygulanmış olan radyokarbon tarihlemesinin gayet doğru olduğunu iddia ediyor. Başka taraftan garip olgular ortaya çıkıyor. “Radyokarbon tarihleme yöntemi çok pahalı, zor ve emek-yoğun bir
yöntemdir. Analizleri kötü yapan laboratuvarlar var, bu da sapmalara yol açar. Ancak, bu açıkça kötü veriler bir sebepten dolayı çöpe atılmaz... İyi laboratuvarda bir yaşın her bin yılı için 30 yıla, bir yaşın her 30-40 bin yılı için 500 yıla kadar hatalar yapılabilir” (s.18).
“İyi laboratuvara” güvenebileceğimize inandırmaya çalışıyorlar. Ancak hemen aşağıdakiler ortaya çıkıyor. “L. Sulerjitskiy’nin iş arkadaşı, Rusya Bilimler Akademisi Jeoloji Enstitüsü İzotop Jeokimyası ve Jeokronoloji Laboratuvarı Başkanı, jeoloji ve mineraloji bilimleri doktoru Boris Pokrovskiy’in düşünceleri o kadar iyimser değil... Muhabirin sorusu: “Bir numunenin yaşını ne dereceye kadar doğru saptayabilirsiniz?” Cevap: “Tarihlemenin doğruluğu başta numunenin kirlenmesi olmak üzere birçok faktöre bağlı... Bazen hiç de beklenmedik faktörler tarihlemenin doğruluğunu etkiliyor. Geçenlerde havza etkisi bulunmuştur. Bu etki, balık eski karbonun belli bir miktarını yedikten sonra, bu karbonun bu balığı yemiş olan insanların vücuduna girmesi ile ilgilidir. Sonuçta, naaşlarındaki
radyokarbon ölçülürse 300 YILA KADAR ESKİLEŞMEYİ ELDE EDEBİLİRİZ... Buna numunenin yukarıya doğru yaş çarpıtması deriz. İnsan kemiklerinin radyokarbon yaşının gerçekliğe uygun olması için insanın bitki ve et gıdalarını yemesi gerekir. Balık ise oldukça eski organik parçaların bulunduğu dipten her şeyi yer” (s.18).
Böylece efektlerden biri, yani balığın yenilmesi radyokarbon tarihlerini geçmişe, mesela üç yüz yıl için atabilir. Ancak benzer efektten (hem de çok daha ciddi olan) birkaç tane daha bilinmektedir. Onları aşağıda anlatıyoruz.
15.3. Mısır Eski Eserlerinin Çağdaş Radyokarbon Analizleri Ciddi Çelişkiler Ortaya Çıkarıyor
Radyokarbon yönteminin “eski” Mısır tarihi dâhil olmak üzere eski tarihin gerekçelerinin güvenilir olup olmadığı sorusuna bir kez daha dönelim. Bunun için çok etraflı ve ayrıntılı bir yazıyı kullanalım. Bu yazı, 1979 yılında, İngiltere’deki Manchester Müzesi’nde, “Manchester Müzesi’ndeki Mumyalar” projesi çerçevesinde yayımlanmıştır [1196]. Kanada’daki Edmonton şehrinde bulunan Alberta Üniversitesi profesörü (Matematik Fakültesi), matematikçi V. Kravtsevich bu enteresan malzemeye dikkatimizi çekti.
Yazı [1196] yazarlarını şaşırtan bir tarihlemenin sonucuna dairdir. “Eski” Mısır mumyasının (Manchester Müzesi’ndeki numarası 1770) radyokarbon tarihlemesi yapıldığında mumyanın kemiklerinin M.Ö. 1000 yılı ile tarihlendiği, tahnit sırasında sımsıkı sarılmış olduğu kumaşın ise M.S. 380 yılı ile tarihlendiği ortaya çıkmıştı. Yani mumya ile kumaş arasındaki tarihleme farkı yaklaşık 1400 yıl oluşturuyor. Hemen hemen bir buçuk bin yıl! Her şeye rağmen, tarihlerin yaklaşık olarak aynı olması lazım. Kumaş, tahnit sırasında bir eski kumaş alındıysa, mumyadan biraz daha yaşlı olabilir. Fakat mumya, tahnit ustalarının onu sardığı kumaştan kesinlikle daha yaşlı olamaz.
[1196] yazısının yazarlarınına göre, bu bin dört yüz yıllık fark, bugün kabul edilmiş olan yaklaşım çerçevesinde, radyokarbon tarihlemesinin olası yanlışlıklarıyla açıklanamaz. Bu yüzden, eğlenceli bir “açıklama” uydurmak zorunda kalmışlardı. Bu konuda bütün söyleyebildikleri şunlardır: Güya eski mumyayı bin dört yüz yıl sonra çıkarıp, üzerindeki eski kumaşını kaldırıp yeni kumaşa yeniden sarmışlar. Bundan sonra ise yerine özenle koymuşlar. Önceden her şey böyle duruyormuş gibi kapağı kapatmışlar.
Fikrimize göre, bu saçma bir şey. Büyük bir ihtimalle biz, yine, radyokarbon yönteminin temelde kesin olmadığı sonucu ile karşılaşıyoruz. Rolleri hâlâ bilinmeyen efektler sonuçları çok büyük oranda etkilemekte. Ve gördüğümüz gibi, bunlar “tarihlemelerde”, mesela bin dört yüz yıllık genliğe sahip büyük titreşimlere yol açıyor. Aşağıda ise, zamanımızın numunelerinin tarihlenmesinde ortaya çıkan, genlikleri iki bin yıldan fazla olan benzer titreşimlerin örneklerini sunduk.
[1196] yazısının yazarlarının, radyokarbon yönteminin oluşumunun en başında, TARİHLERİN, “ESKİ” TARİH DERS KİTABINDAN ALINAN “ESKİ” MISIR NUMUNELERİNE DAYANARAK KALİBRE EDİLDİĞİ yönündeki itirafları aşırı derecede ilginçtir [1196], s.137. Bu önemli bildirilerini alıntılayalım. “Yöntem 1948 yılında Chicago Üniversitesi’nde Profesör W.F. Libby’nin başkanlığında kullanılmaya başlanmıştır... MISIR KRONOLOJİSİ, (genellikle ahşap ya da odun kömürü olan) MISIR NUMUNELERİ ÜNLÜ TARİHLERİN STANDARTLARI OLARAK KULLANILDIĞI İÇİN YÖNTEMİN OLUŞUMUNDA EN BAŞINDAN İTİBAREN ÖNEMLİ BİR ROL OYNAMIŞTI.” [1196], s.137. Böylelikle, bugünlerde bilinen radyokarbon cetveli ta başlangıçtan itibaren “Eski” Mısır’ın Skaliger kronolojisine büyük derecede bağımlı bir hale getirilmişti. Dolayısıyla, radyokarbon cetveli yeniden incelenmelidir.