A.T. Fomenko
Sayılar Yalana Karşı

Geçmişin Matematiksel Araştırması. Skaliger Kronolojisinin Eleştirisi. Tarihlerin Oynaması ve Tarihin Kısaltılması. Yeni Kronoloji.

BÖLÜM 1.
TARİHSEL KRONOLOJİNİN SORUNLARI

17. RADYOKARBON YÖNTEMİNİN ARKEOLOJİDE KULLANILMASININ REVİZYONA İHTİYACI VARDIR

Bazı sonuçlar çıkaralım. Eski numunelerin gerçek aktivitesi ortalama değerinden aşağıdaki nedenlerden dolayı farklı olabilir.

1) Ahşabın aktivitesinin zaman içinde değişmesi: Artı veya eksi yüzde 2 oranında;

2) Kozmik ışınların yoğunluğunun değişmesi (teorik değerlendirme): Artı veya eksi yüzde 20 oranında;

3) Güneş aktivitesinde kısa vadeli değişiklikler: Artı yüzde 2 oranında;

4) Okyanus sularının karışımının artışı:  Eksi yüzde 2 oranında;

5) Radyokarbon konsantrasyonunda konum ve ağaç türüne bağımlı dalgalanmalar:

Artı veya eksi yüzde 8,5 oranında;

6) Radyokarbon içeriğinin çürüme nedeniyle değişmesi: ? (bilinmemektedir);

7) Radyokarbon içeriğinin kimyasal temizlik sırasında değişmesi: ? (bilinmemektedir);

8) Mübadele fonundaki radyokarbon oranının karbonat jeolojik kayaların erozyonu nedeniyle değişmesi: ? (bilinmemektedir);

9) Radyokarbon oranının karbonatların büyük yanardağ püskürmeleri nedeniyle değişmesi: ? (bilinmemektedir). Bu sebep, yanardağlara yakın bölgelerde yapılan radyokarbon tarihlemelerini büyük ölçüde tahrif edebilir. Örneğin, Vezüv ve Etna yanardağlarının bulundukları İtalya'dakileri.

Ayrıca, tarihlemede mesela ağacın kesilmesi ile onun tahtasının incelenen nesnede veya  yapıda  kullanılması  arasındaki  zaman  aralığı  yüzünden  oluşan  hatayı  unutmamak gerekir. Son olarak, C14’ün yarılanma ömründe kabul edilen - son zamanlarda hemen hemen yüzde 10 oranında düzeltilen değerinin yanlışlığını - hem de numunenin radyoaktivitesinin deneme ölçümündeki (fonun göz önüne alınması v.b.) hatayı göz önüne almak gerekir. Biz burada,  fizikçilerin  azaltmak  için  bütün  gayretlerini  harcadıkları  hataları  konuşmuyoruz,

çünkü bizim öğrendiğimiz şeylerden sonra, teorik kontrolsüz hatanın, nazik bir şekilde söyleyelim ki, yüzde 10 oranına varabileceği değeri doğru olarak hesaplamak bize anlamsız görünüyor. EN İYİMSER ÖLÇÜME GÖRE BİLE RADYOKARBON TARİHLEMESİNDEKİ BEKLENMEYEN HATALAR ARTI VEYA EKSİ 1200 YILA ULAŞABİLİR.

Bu yüzden, “C14’ün yüzyıllık değişim analizinin kısa özetinin muhasebesini yapıp, radyokarbon kronolojisine güveni sarsmak şöyle dursun, onun kesinliğini artırıyorlar (? – A.F.)” diye yazan B.A. Kolchin’in ve Ya.A. Sher’in mülayim neticesi çok garip görünüyor [414], s.8. Diğer bir radyokarbon tarihleme uzmanı S.V. Butomo daha gerçekçi bir görünüm paylaşıyor: “C14’ün izafi aktivitesinin büyük dalgalanmaları nedeniyle radyokarbon tarihleri NİSPETEN GENÇ (2000 YILA KADAR OLAN) NUMUNELER MUTLAK KRONOLOJİ SKALASI İÇİN TEMEL TARİHLER OLARAK KABUL EDİLEMEZ [110], s.29. Ancak, Mısır’ın “eski” tarihi dâhil olmak üzere “Antikçağ açısından, tam da böyle, jeolojik zaman

ölçeklerine  nispetle  genç  numuneler  büyük  ilgimizi  çeker”.  Böylece,  bazı  radyokarbon yöntemi uzmanları açıkça, ama özel bilimsel literatürde, radyokarbon yönteminin çağdaş şekliyle 2 bin veya daha az yaşında olan numunelerin tarihlemesi için kullanılmasının oldukça şüpheli olduğunu kabul ediyorlar.

Arkeologlar  radyokarbon  yöntemine  yönelik  eleştirilerde  bulunmasaydı  ve radyokarbon  yöntemi  uzmanlarının  davranışlarında  bir  sürü  tuhaflık  ortaya  çıkmasaydı, burada bu yöntem ile ilgili özeti bitirebilirdik. Bazı örnekleri yukarıda zaten sunduk. Gözümüze çarpan ilk şey yazarların tarihlemelerin sarsılmazlığına tümüyle emin olmaları. “Numunelerin 5000 yıla kadar olan yaşları tarihsel değerlendirmelerle iyi bir şekilde (?! - A.F.)  uyuşuyor.” diye yazıyorlar” [986], s.155. O kadar çok şey öğrendikten sonra, böyle iddialar en azından garip görünüyor.

Libby’nin yazdığı gibi, “Yaşları bilinen numuneler üzerindeki araştırmalara devam edilmişti... Sonuçlar... tamamlanmış 5000 yıllık dönemi kapsıyor... Böylelikle radyokarbon yönteminin genel güvenirliği kesin bir şekilde ispat edilmiştir.” [986], s.135. Artık gösterdiğimiz gibi, toplum bilincinde kökleşmiş, Skaliger kronolojisi ile radyokarbon kronolojisinin “birbirine uygun düşmesi” konusundaki mit oldukça sarsak temeller üzerinde duruyor ve konuya daha derin dalınca temelsizliğini gösteriyor. Burada Libby’nin kendisinin bu konuda söylediklerini hatırlatalım: “Biz ünlü Chicago Enstitüsü Şark Bilimleri uzmanları ile birlikte James H. Breasted’in Mısır’da topladığı geniş koleksiyonun malzemeleri üzerinde çalışırken istisnalardan biri ortaya çıktı. Araştırdığımız üçüncü numunenin çağdaş olduğu aniden anlaşıldı! Koleksiyonun, hatırladığım kadarıyla, V. Hanedana ait olduğu kabul edilen buluntularından biriydi. Evet, ağır bir darbe yaşamıştık.” [478], s.24. Daha önce söylediğimiz gibi, hemen numunenin sahte olduğu ilan edilmişti. Libby bu “tuhaf olaydan” bahsetmişti. Ancak kaç “tuhaf olaydan” bahsetmemişti acaba?

Halihazırda gösterdiğimiz gibi, radyokarbon yönteminin kalibrasyonu büyük oranda Skaliger kronolojisine dayanıyor. Gönül ister ki, RADYOKARBON TARİHLEME YÖNTEMİNİ YAZILI KAYNAKLARDAN BAĞIMSIZ ŞEKLE GETİRMEMİZİN MÜMKÜN OLUP OLMADIĞINI kontrol edebilelim.

Libby, karbonun farklı kütlelerdeki çağdaş aktivite tablosunu sunup şunu söylüyor: “Bir  kutuptan  diğer  kutba  kadar  çeşitli  enlemlerde  toplanmış  olan  numuneler  arasında herhangi bir önemli fark yoktur.” [480], s.191.

Biraz bekler misiniz?! Dağılım artı veya eksi yüzde 8,5 oranında, yani 700 yıldan fazla. Beş sayfa sonra, “radyokarbonun bizim tarafımızdan hesaplanan oranının beklenen değerine uygun olduğu” nasıl iddia edilebilir? “Eninde sonunda sapma, kabul edilebilir sayma hatalarından ibarettir” [480] s.196. Acaba Libby, okuyucuların Anderson’un tablosunun detayları ile ilgilenmeyeceklerini mi sanıyordu? Libby’nin kendisi “bizim sonuçlarımız yanlış olabilirdi, kozmik ışınların yoğunluğu, okyanusun derinliği ve karışım hızı gibi esasları farklı olan, hesaplanan değerlerdeki hatalar birbirine bağlı olsaydı. Ama bunlar olmadığı için, büyük hata ihtimalinin çok az olduğunu tahmin ediyoruz” diye açıklıyor [480], s.193.

Burada hangi küçük ihtimalin söz konusu olduğu tarafımızdan anlaşılmamaktadır, çünkü kozmik ışınların yoğunluğunun değeri, karışımının hızı ve başka numunedeki radyokarbonun numunenin mübadele rezervuarından çıkışı anında ilksel oranını etkileyen fiziksel değerler, BUNLARIN HİÇBİRİ TESADÜFİ DEĞİL, TAM TERSİNE OLDUKÇA BELİRLİ DEĞERLER ALIYOR. Bu değerleri bilmeyip bir uygun değer aralığından seçim yapıyorsak RADYOKARBON YÖNTEMİ İLE YAPILAN TARİHLEMENİN HATASI numune  için  bütün  çıkış  verilerinin  belirlenmesi  sırasında  ortaya  çıkan  BÜTÜN HATALARIN TOPLAMINDAN (!) OLUŞUR.

Libby, “Farklı coğrafi enlemlerde uzay ışınlarının yoğunluğundaki KOCAMAN FARKA rağmen (bunlar kuzey ve güney enlemlerinde ekvatordan çok daha yoğun) radyokarbon yönteminin bütün gezegende düzenli olarak dağılması beklenmeli.” diye yazıyor [478], s.23. Bu arada işaret edilen efekt, mesela Mısır’daki numunelerin “daha eski” tarihlenmesine yol açabilir.

Libby,  “Ağacın  ve  özünün  yaşlarının  birbirine  uygun  düşmesi,  dev  sekoyanın özündeki hayati suların selüloz ve ağacın başka molekülleriyle kimyasal dengede bulunmadığını gösteriyor. Başka sözlerle, ağacın kendisi ancak onlarca yıl önce kesildiği için odunun orta parçasındaki karbon oraya yaklaşık 3000 yıl önce düşmüştü!” diye sözlerine devam ediyor [480], s.195. Ancak bu sözlerden üç yıl sonra, E. Suess’in halkaların radyoaktifliğini araştırıp radyokarbon tarihlerinin dendrokronolojik tarihlere aykırı olduğunu farkedip, herhalde Libby’nin orijinal hipotezinin yanlış olduğu sonucuna vardığını mı düşünüyorsunuz? Hiç de öyle değil. E. Suess, Eski Çağ’da radyokarbon miktarının şimdiki zamandan daha büyük olduğunu bildirmişti. Bu bir kısır döngüdür.

L.S. Klein [391]’de benzer bir örnek veriyor. Önce Libby “Eski” Mısır’ın tarihî kronolojisinin yardımıyla radyokarbon yönteminin doğruluğunu kanıtlıyor. Ancak denetleme ölçümleri sırasında aykırılıklar ortaya çıkınca, Libby Mısır kronolojisinin bu numuneler için yanlış olduğunu tahmin etmişti [391], s.104. Tam aynı şekilde, Libby radyokarbon yöntemini önce dendrokronoloji ile doğrulamıştı. Ortaya çıkan aykırılıkları, ağaçta bir yılda birkaç halkanın oluşabilmesiyle açıklamıştı. Mamafih, mantığın varlığı faydalı olmadığı zaman, ondan tek vazgeçen Libby değil.

B.A.  Kolchin  ve  Ya.A.  Sher’in  [414]     yazısını  açıp  okuyalım:  “Demek  ki, atmosferdeki C14 miktarının ne şimdi ne de Eski Çağ döneminde değiştiği tahminini göz önünde bulundurarak, hesaplanmış olan tarihleri daha kesin ve açık olarak belirlemek gerek. Ancak bu, bunların doğruluklarının şüpheli olduğu anlamına geliyor mu acaba? Böyle bir benzeşim yerinde mi?” [414], s.6. Sonra ise, Dünya ile Ay arasındaki mesafenin birkaç aşamada hesaplandığı bildiriliyor. Üstelik bu mesafenin her yeni aşamadaki hesaplaması hep

daha kesin olmuştur. İşte radyokarbon yönteminde yapılan böyle ek düzeltmeler de güya sadece ölçümlerin doğruluğunun artmasına yol açar. Belki teorik bakımdan durum gerçekten öyledir. Ancak tam da bu yazıda, 4. sayfada şaşırarak, “C14’ün yarılanma ömrünün 5570 yıl (artı-eksi 30 yıl) olduğunun”, 8.sayfada ise, “yarılanma ömrünün daha muhtemel değerinin

5730 yıl (artı-eksi 30 yıl)  sayılması gerektiğinin (? - A.F.) kabul edildiğini” okuyoruz. Şu düzeltmeye bakınız! 160 yıllık bir düzeltme!

M.J. Aitken, “Bütün yöntemlerin önemli özelliği onların sonucu, yani orijinal numunedeki gaz fazına dönüştürülen karbon miktarıdır. C14’ün gaza dönüşmesinin C12’nin gaza dönüşmesinden daha olası olduğuna dair her türlü ihtimali ortadan kaldırmak için %100 sonucun elde edilmesi iyi olacaktı.” diye yazıyor [986], s.168. Bundan başka şu sözleri de okuyoruz: “Sonuncusunun sentezinin dezavantajı numunedeki karbonun sadece %10’unun benzola  geçmesinden  ibarettir.  Bu,  izotopların  ayrılması  ile  ilgili  yanlışlık  ihtimalini artırıyor.” [986], s.17. Yazar izotopların ayrılması efektlerinin bütün kimyasal reaksiyonlarda

göz önüne alınması gerektiğini net bir şekilde anlıyormuş gibi geliyor. Ancak başka taraftan, M.J.   Aitken   bölüm   6.3’de,   numunenin   ölçümlere   uygunluğu   ile   ilgili   sorunlardan bahsederken, “Odun kömürü ve fazla hasar görmeyen odun en iyi numune sayılır. İçlerindeki metabolizmanın ortaya çıkması ihtimali az (? - A.F.), mümkün olan tek çürüme tipi ise karbon oksitin ya da karbon dioksitin oluşması.” diye yazıyor [986], s.149. Ancak izotopların ayrılması da var ki! Çürüme sırasında numunedeki radyokarbon miktarı değişebilir ki!

Bazı uzmanların, ölçümlerin sonuçlarını esaslı bir şekilde değiştiren efektlere o kadar savsakça yaklaşmaları bizim için hiç anlaşılmamış kalmaktadır. Bu efeklerin bazılarını genel listede zaten gösterdik. Değerlendirilmeleri şu anda gerçekten zor olan etkilerin var olmasının yanı sıra, literatürde tartışılmakta olan bir dizi efekt denemeler yardımıyla yapılıp sayıca değerlendirilebilir ki! Mesela çeşitli canlı (ve cansız) numunelerin 1) genişlik, 2) uzunluk, 3) karada ya da okyanustaki jeolojik ve coğrafi oluşumlara yakınlık, 4) deniz seviyesinden yükseklik, 5) iklime vs. göre ayrıntılı etkinlik raporu bulunmamaktadır.

BÖYLE ARAŞTIRMALAR OLMADAN, NUMUNELERİN ETKİNLİĞİNİN BULUNDUĞU YERE VE BAŞKA FAKTÖRLERE BAĞLI OLMADIĞI AÇIKLAMASI HİÇ DE ANLAŞILMIYOR.

Demek ki şunu kabul etmek zorundayız.

#  Radyokarbon  yöntemi  mevcut  haliyle,   yaşlarının  bin  yıldan  fazla  olmadığı düşünülen  numuneler  için  artı-eksi  1000-2000  yıllık  kesinliğe  sahiptir.  Dolayısıyla,  bu yöntem yaşları 2000 sene ve altında olan tarihî numunelerin tarihlenmesine henüz yaramaz. Yani şimdilik son iki bin yıldaki olayların kronolojisiyle ilgili pek fazla bilgi veremez.

# Radyokarbon yönteminin Skaliger kronolojisine dayanmadan, en azından ikinci bir ayarlamaya ihtiyacı var.

# Başka fiziksel tarihleme yöntemleri daha kaba olduğundan, yaşları 2000 sene ve altında olan eşyaların tarihlenmeleri konusunda şimdilik bir şey söyleyemez.

# Arkeolojik yöntemler yazılı kaynakların kronolojisine dayanmadan mutlak tarihleri sunmaz. Bu yöntemlerin bazı buluntuların izafi kronolojisini belirlemesine oldukça seyrek rastlanabilir.

# Skaliger kronolojisi, arkeolojik ve radyokarbon yöntem dâhil olmak üzere fiziksel yöntemlerin bile ayarlama skalalarına açık ya da gizli olarak girmiştir. Bu da mevcut haliyle yöntemin tarihsel numunelerin tarihlenmesi için uygulanmasını kesinlikle şüpheye düşürüyor.

# Bazı arkeologların itiraf ettikleri gibi (aşağıya bakınız), numuneleri radyokarbon yöntemi  yardımıyla  tarihleyen  fizik  laboratuvarlarının,  arkeologların  buluntunun  ortalama yaşı ile ilgili apriori fikirlerinden ön bilgi edinmesi gibi son derece yanlış bir uygulama halen sürmektedir.

 

18. NÜMİSMATİK TARİHLEME

Bazı olaylarda, çeşitli arkeolojik buluntuların, bulunmuş olan eski paralar yardımıyla tarihlenmesinin mümkün olabileceği kabul edilmektedir. Ancak bugün uygulanmakta olan NÜMİSMATİK TARİHLEMESİNİN TÜMÜYLE SKALİGER KRONOLOJİSİNE DAYANDIĞINI ANLAMAK GEREK. Mesele şudur ki, önce XVI-XVII. yüzyıllarda, içinde vakayinamelerde ve başka yazılı kaynaklarda tarif edilmiş olan krallar ve hükümdarların belirli kronolojik yerler aldıkları Skaliger kronolojisi yaratılmıştı. Sonra ise, bu dikkate alınarak, hükümdarlar tarafından bastırılmış olan eski paralar zaman ekseni boyunca dağıtılmıştı. Mesela üzerinde “Neron” yazısı olan paraların Skaliger’in I. yüzyılına ait olduğu sanılırdı. Üzerinde “Justinianos” yazısı olan paraların Skaliger’in VI. yüzyılına ait olduğu sanılırdı. Çünkü Skaliger kronolojisi imparatorlar Neron ve Justinianos’u daha önce tam bu yüzyıllara yerleştirmişti.

Ondan sonra,  XVIII-XX. yüzyıllarda hep yeni bulunmuş olan “eski” paralar ya aynı yönteme göre tarihlenmiş ya da “daha önce tarihlenmiş olan paralarla” kıyaslanıp zaman ekseninde uygun bir yer almıştı.

Bu “yöntemin” temelinde bulunan Skaliger kronolojisinin herhangi bir değişiminin “nümismatik tarihlemelerini” değiştireceği apaçıktır. Ayrıca farklı paraların birbirleriyle bir başka   kronoloji   düşüncesine   dayanmayan   bağımsız   kıyaslanması,   kıyaslanmakta   olan paraların İZAFİ KRONOLOJİSİ HAKKINDA BİLE bir şey söyleyemez. Mutlak kronolojisi bir yana! Sadece paraların kendileri kıyaslanırken, yani onlar sadece üzerinde türlü tasvirlerin olduğu metalik eşyalar sayılırken, hangi paranın daha eski hangi paranın daha yeni olduğunu kesin olarak söylemek mümkün değil. Paranın alaşımı, metali incelenirken, bazı olaylarda metalin çıkarıldığı yer gösterilebilir. Ancak mutlak ya da izafi tarihin hesaplanması maalesef bugünlerde hâlâ imkânsız. Belki gelecekte, bir paranın bastırıldığı metalin, alaşımın yaşının az çok güvenilir bir şekilde saptanmasına yol açan bir yöntem bulunacaktır. Ancak bildiğimiz kadarıyla, bugün böyle bir yöntem yok. Bu arada, buradan fizikçi, kimyacı ve metalürji uzmanları için büyük bir çalışma alanı açılıyor.

Tarihçiler,  “Nümismatik,  bir  bilim  halini  oldukça  geç  almıştı.  Paranın koleksiyonundan bilimsel araştırmalara geçiş dönemi XVIII. yüzyılın sonu sayılabilir.” diye yazıyorlar [345], s.13-14. Dolayısıyla tekrarlayalım ki, nümismatik tümüyle, yazılı kaynaklara göre daha önce tespit edilmiş olan Skaliger kronolojisine dayanmaktadır. Bu yüzden, hiçbir şekilde bağımsız tarihleme yöntemi sayılamaz.

Sonuçta, bugün “antik” denilen paralarla Orta Çağ paraları kıyaslandığında çok sayıda gariplik ortaya çıkmaktadır. Mesela, “antik” ile Orta Çağ, hatta son Orta Çağ dönemine ait olan paralar arasında anormal sayıda paralelliğe, bazen de doğrudan çakışmaya rastlanır. Bu çakışmalar  çoktan  ortaya   çıkmıştır  ve  sayıları   artmaktadır.   Tarihçiler  onları   bulanık “imitasyon”, “taklit” vs. kuramları yardımıyla açıklamaya çalışıyorlar. Mesela İngiliz Kralı Edward’ın M.Ö. güya 1042-1066 yıllarına ait olan penileri (penny) II. Justinianos’un güya M.Ö. 565-578 yıllarına ait olan Konstantinopolis Soliduslarının (solid) kopyasıdır [1163], s.449. Burada “orijinal” ile “kopya” arasındaki fark 450 yıldan fazla! Ne geç Orta Çağ tarihinde ne de yeni tarihte paraların 450 yıllık orijinale göre yaygın kullanım için o kadar garip bir şekilde “yeniden üretilmesi” örneği kaydedilmiştir.

Paranın tarihinde güya “eski şafak” dönemi varmış, sonra ise güya kara asırlar, ondan sonra da Rönesans gelmiş. M.S. VIII. yüzyıldan M.S. XIII. yüzyılın ortasına kadar İtalya’da altın Roma paraları neredeyse tamamen ortadan kalkmıştı [1070]. Bu garip efekt, tarihsel nümismatik monografilerindeki özel bölümlerin isimlerinde yer alacak kadar parlaktır. Bu tür isimlerin örneklerini verelim: “Roma Paralarının Sonu (V. yüzyıl)” ya da “Taklit Dönemi (IV. yüzyıl)” [1164] ya da “Altın Paranın Yokluğu” [64], s.151.

Nümismatik alanında çalışan tarihçilerin bildirdiklerine dikkat ediniz. Meğer Orta Çağlar’da “Batı Avrupa bu işte (yani para basma işinde – A.F.) Bizanslılar ve Müslümanlar ile yarışmaya çalışmamış. Altın paraların düzenli bir şekilde bastırılmasına yönelik herhangi bir talepten vazgeçip daha çok gümüş paraları bastırmış.” [1070], s.20; [1435].  Sonra ise, “Düzenli altın para basımına Batı Avrupa’da VIII. yüzyılda, İtalyan yarımadasında ise aynı yüzyılın ortasından sonra hemen hemen son verilmişti.” diye devam ediyorlar. Müslüman İspanya’da VIII. yüzyıl ile X. yüzyıl arasında bir tane bile altın para bastırılmamıştır [1070], s.20.

Nümismatik uzmanları para işindeki bu muammalı “Orta Çağ dönemi çukurunu” bir şekilde  açıklamaya  çalışıyorlar.  Güya  Pepin’in  istekleri  üzerine,  “altın  paraların bastırılmasının durdurulmuş olduğunun” düşünülmesini öneriyorlar. Güya Reims’teki konsey sırasında İmparator Roması’na ait olan altın solidusların dolaşımı yasaklanmıştı [64], s.151. Ayrıca güya VIII. yüzyıla ait olan para tipi  “barbar olmuştu” [64], s.151.

Bundan,  Batı  Avrupa’nın  “antik”  paralarının  düpedüz,  Avrupa’da  XIV.  yüzyıldan sonra bastırılmış, sonra ise Skaliger kronolojisi tarafından uzak geçmişe atılmış olan Orta Çağ paraları olduğu sonucu çıkmaz mı?

Tarihçiler, “VII. Benediktus (güya 984 yılında ölmüş - A.F.)  zamanlarından IX. Leo (güya XI. yüzyılın ortası - A.F.) dönemine kadar Papa paraları yok. Bu tesadüftan başka bir şey değil, çünkü tabii ki paranın bastırılması gerekiyordu... IX. Leo dönemine ait olan sadece bir tane para var... VII. Gregorius’un bir tane parasının bile kalmaması daha şaşırtıcı” diye devam ediyorlar, 4. cilt, s.74, not 41.

Bütün bu Orta Çağ paraları nereye kaybolmuştu? Bir hipotezi formüle edelim. Bu paralar yanlış tarihlenmiş, geçmişe atılmış ve sonuçta “antik paralara” dönüştürülmüştü. Onlardan bazıları bugün müzelerde “çok eski” olarak sergilenmektedir.

Herhalde, Batı Avrupa’da altın ve gümüş paraların bastırılması gerçekten XIII. yüzyıldan önce başlamamıştı. Nümismatik uzmanları M.S. XIII. yüzyıla ait olan Orta Çağ Batı Avrupa paralarının yokluğu ile karşı karşıya gelip Avrupa’nın güya “kudretli antik parlak devirden” sonra gelmiş ekonomik zayıflığının gerekçelerini açıklayabilmek için çeşitli kuramlar uydurmak zorundaydı. VIII. yüzyıldan XIII. yüzyıla kadar Roma para basımındaki garip “durgunluk dönemi”, Roma İmparatorluğu’nun, para basımı işinin tarihindeki parlak, güya M.S. I-VI. yüzyıllar döneminden sonra büyük derecede şaşırtıcıdır. Bu “antik” imparatorluğun altın paralarının, kalite ve resim itinası açısından XIII-XVII. yüzyıllardaki benzer Orta Çağ paralarından hemen hemen hiç farkı yok. Büyük bir ihtimalle bu garipliğin basit bir açıklaması var: Kronoloji uzmanları XIII-XVII. yüzyılların paralarını uzak geçmişe atıp yanlış tarihlemişlerdi.

Daha garip bir efekti belirtelim. Tarihçilerin bildirdiklerine göre, M.S. X-XIII. yüzyıllardaki hazinelerde, mesela Eski Rusya alanında, M.S. X-XIII. Yüzyıllara ait İtalyan, Fransız ve İspanya paraları hemen hemen yoktur [685]. Bu dönemin on binlerce (!) parası arasında X-XIII. yüzyıllara ait İtalyan paralarının sayısı bir iki tanedir. Tarihçiler bu durumu açıklamak için Rusya’nın X-XIII. yüzyılların İtalya’sıyla güya ticari ilişkilerinin olmadığı konusundaki kuramı yaratmışlardı [685], s.200-211. Ancak bu “nümismatik kuramı”, geniş ticari ekonomik ilişkilerin var olduğunu kesin ve yaygın bir şekilde belirten yazılı kaynaklara aykırıdır [685], s.201. Yorumcu durumu, “Nümismatik verileri ile başka veriler arasında aykırılıklar varmış gibi görünüyor...” diye açıklıyor [685], s.201. Ancak böyle bir açıklama yapılamaz. Dolayısıyla şu fikir ileri sürülebilir: İtalya dâhil olmak üzere Batı Avrupa XIII. yüzyıldan önceki dönemde gerçekten çok az para bastırmıştır. Dolayısıyla onlar Eski Rusya’nın sınırları içindeki definelerde bulunmamaktadır.

Derken, M.S. 1252 yılında birdenbire güya Roma’da, Bizans parasını Avrupa piyasasının dışına iterek çok kısa sürede uluslararası döviz olan tam değerli altın paranın geniş ölçüde basımı yeniden “ortaya çıkar” [1070]. Skaliger tarihinde altın İtalyan parasının XIII. yüzyıldaki bu beklenmedik ortaya çıkışı, “Orta Çağ döneminin ilk yarısından itibaren süregiden durumun dramatik şekilde değişmesi” sayılır [1070], s.20-21. Ancak burada, büyük bir ihtimalle, dramatik bir şey gerçekten yok. Herhalde burada Batı Avrupa’daki hayatın büyük oranda değişmesi sonucunda Avrupa parasının XIII-XIV. yüzyıllarda bastırılmasının gerçek başlangıcıyla karşı karşıyayız. Bu değişimlerin özü ile ilgili ayrıntılara “İmparatorluk” kitabında bakılabilir.

Bu arada, paraların tek pres kalıbını kullanarak seri basımı fikrinden gravürler ve kitapların bastırılması fikrine kadar sadece bir adım var. Dolayısıyla paranın kalifiye şekilde bastırılmasının başlangıcının kitap basımının bugün XV. yüzyıla ait olan başlangıcından çok daha erken olmaması lazım [797], s.352.